5 Puan. etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
5 Puan. etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Sis ve Öfke Sarayı Kitap Yorumu



Künye

2016 Goodreads En İyi Genç Yetişkin Fantastik Ve Bilimkurgu Ödülü Sarah J. Maas’ın “Taht Oyunları”nın yazarı George R. R. Martin’le karşılaştırmasına yol açan “Güller ve Dikenler Sarayı” dizisinin ikinci kitabı Sis ve Öfke Sarayı da yine temposu ve heyecanı hiç düşmeyen bir macera vaat ediyor. Bana bakan yüzü tanıyordum. Yüzünden akan sahteliği, umutsuzluğu, çürümüşlüğü tanıyordum. Hançeri kaldırırken elim titremedi. Kemikli omzunu sıkıca tutup karşımdaki iğrenç yüz e baktım kendi yüzüme. Ve üvez hançeri tam kalbime sapladım. Feyre, Amarantha’dan kurtulup Bahar Sarayı’na dönebildi ama bunun bedeli yüksek oldu. Her ne kadar artık Ulu Peri güçlerine sahip olsa da hâlâ bir insanın kalbini taşıyor ve Tamlin’in halkını kurtarmak için yapmak zorunda kaldıklarını unutamıyor. Gece Sarayı’nın Yüce Lordu Rhysand’la yaptığı anlaşmayı da unutmadı. Tüm bunların ortasında Feyre, iktidar çatışmaları ve tutku oyunlarının baş döndürücü hızında yapması gerekeni yapıyor.
(Tanıtım Bülteninden)


Yorumum


Selamlarr. İlk kitabı okumadıysanız yorumu okumayın derim😂😂

İlk kitabını (Dikenler ve Güller Sarayı) nefret ederek okuduğum serinin ikinci kitabına bayıldımmm. İlk kitapta Feyre Amarantha'yı yenmiş ve Yüce Lordlar tarafından ölümden geri döndürülmüştü. Sevgili Tamlin'i ile birlikte Bahar sarayına dönmüştü ve artık her şeyin mükemmel olacağını düşünüyordu. Tek pürüz Rhysand ile yaptığı anlaşmaydı. Ama ikinci kitap Feyre'nin Dağın Altında yaşadıklarından kurtulamadığı ve kabuslarının peşini bırakmaması ile başlıyor.

Kitap öyle bir döndü ki kendi içinde. Başlangıçta Tamlin neydi sonra nasıl bir karaktere döndü, Rhysand en başından beri nasıl bir maskeyle geziyormuş aslında, çok şaşırdım. Evet Rhysand'ı ilk kitapta da çok sevmiştim hatta kitabı bitirme nedenim oydu. Bana göre en baştan beri Tamlin hiçbir şey yapmayıp, birileri onun yerine olayları düzeltsin diye bekleyen bir asalak. Bu düşüncemin ne kadar doğru olduğunu Sis ve Öfke Sarayı'nın sonunda tasdik etmiş oldu kendisi. Ama Rhysand'ın böyle fedakar bu kadar anlayışlı birisi olacağını asla tahmin edemezdim. Mükemmel karakter dediğimiz her özellik kendisinde mevcut.

Kitaptaki olaylar asla durulmuyor. Hiç bir sayfasında durağan bir kısım yok. Ve o son??? Neden ya neden diye söylene söylene okudum. İlk kitaptan siz de hoşlanmadıysanız sözlerime güvenin bu kitaba bayılacaksınız.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Boş işler Müdürünüzden Sevgilerle


WATERSHİP TEPESİ KİTAP YORUMU




Künye

“Tüm dünya sizi öldürmek isteyebilir, ama önce yakalamaları gerekecek…”
Richard Adams’a Carnegie Madalyası kazandıran başyapıtı Watership Tepesi, kolonilerinden ayrılıp kendilerine yeni bir yaşam kurmaya çalışan bir grup tavşanın destansı yolculuğunu anlatıyor. Doğanın ve insanların acımasızlığıyla tavşanların dehası arasındaki bu ölüm kalım mücadelesi, gizem ve gerilim yüklü bir varoluş savaşına dönüşüyor.
Nedir yapayalnız bir koloninin hayatta kalmasını sağlayan şey; bilgi mi, güç mü, yoksa sadece şans mı? Richard Adams bir koloniyi koloni yapan şeyin ne olduğunu göstererek çözüyor bu karanlık problemi. Korkuyla umut arasında salınan, içgüdülerinizi harekete geçirecek bir kaçış öyküsü anlatıyor. Yayımlandığı günden bu yana Watership Tepesi’ni bir ziyaret merkezi haline getiren, birçok kez TV ve sinemaya uyarlanan ve farklı popüler yapımlara ilham veren, tüm zamanların en iyi 100 kitabından biri seçilen Watership Tepesi doğa ve toplumla ilişkimizi masalsı, berrak ve çarpıcı bir dille sorguluyor. 
Şimdi NETFLIX Dizisi!
Richard Adams, 1920 yılında Berkshire’da doğdu. Oxford’da tarih eğitimi aldı ve Çevre Bakanlığı’nda çalıştı. Watership Tepesi, Shardik ve The Plague Dogs kitapları okurların büyük ilgisini gördü. 1976’da yayımlandığı Watership Tepesi modern bir klasik haline geldi ve Carnegie Madalyası kazandı. Winchester Üniversitesi tarafından fahri doktora unvanına layık görülen Adams, 2016 yılında aramızdan ayrıldı.
(Tanıtım Bülteninden)

Nereden Alabiliriz


Yorum

Fiver ve Hazel iki kardeş tavşan ve Fiver'ın gelecekten görüntüler görmek gibi bir yeteneği var. Bir gün kolonilerinin başına çok kötü bir şey geleceğine dair görüntüler görür. Histerik bir halde kardeşi ile birlikte Şef Tavşana durumu anlatırlar. Ancak Şef Tavşan bu durumu, konumunu tehlikeye atar korkusu ile önemsemez ve iki kardeşi huzurundan kovar. Bu iki tavşan da ikna edebildikleri bir kaç tavşanı da yanlarına alarak koloniden ayrılıp, Fiver'ın gördüğü tepeye ulaşmak üzere yola çıkarlar. Ve mecera böylece başlar.

Benim için bu kitabın hikayesi yıllar öncesine dayanıyor. Zamanında Lost dizisi vardı. Her 90'lar çocuğunun bildiği bir Sawyer karakteri vardı. Evet ben de kendisinin hayranıydım. O zamanlar internet ortamında sosyal medya denilen bir mecra olmadığı için sevdiğimiz karekterlerin bilgilerine dergiler ve gazetelerden ulaşırdık. Bir gün bir gazetenin  kültür sanat ekinde bir başlık gördüm. "Lost karakterlerinin elinden bırakamadığı kitap". Ve o kitap Watership Down idi. O zamandan beri inanılmaz merak edip okumak istiyordum. Yıllar sonra Türkçeye çevrildiğini ama baskısının tükendiğini gördüm. Sahaf fiyatı ise inanılmaz pahalıydı. Ben de bir gün illa ki çıkacaktır diye bekledim ve Epsilon yayınlarının kitabı yeniden basması üzerine sonunda kitabıma kavuştum.

Neden bu kadar uzun anlattım? Çünkü bu kadar bekledikten ve merak ettikten sonra kitaptan beklentimin ne boyuta ulaştığını tahmin edin diye. Yorumu bu beklentinin boyutuna göre okuyun istiyorum.


İnsanların bakış açısıyla, bazen ormanlar yandığında, bir yere insani yaşam  alanları kisvesi ile çeşitli inşaatlar yapıldığında o habitatta yaşayan hayvanlar için üzülüyoruz. Bazen eylemler yapıyoruz, bir yerlerde paylaşımlar yapıyoruz ve unutuyoruz. Hissetmiyoruz. Tavşan gözü ile insanlara bakmak bana hiçbir şey öğretmese bile o canlıları hissetmeyi öğretti. Sadece bu bile kitabı okuyun demem için yeterli. Ama devam ediyorum. Kitap tavşanlar üzerinden hiyerarşik düzeni, çıkar ve güç hırsının sonuçlarını, bireysel ilişkileri de anlatıyor.

Hani böyle öğüt, öğüt kitaplar vardır ya. Her satırında bunu yapma böyle olma gibi gözüne sokar vermek istediği anlamı. Watership Tepesi kesinlikle bunun tam tersi. Öyle güzel işlemiş ki konuları alt metin okumayı seven benim gibi okurlar için kitabı okumak inanılmaz keyifli.

Uyarmak istediğim bir konu var sadece. Kitap tavşan bakışı ile anlatılıyor ve 3. kişi anlatımlı. Bu da sürekli insan alemi ile ilgili kitaplar okuyan bizler için adaptasyon sorunu yaşatıyor. İlk yarıda size kitap çok durağan gelebilir. Bana da öyle gelmişti. Hiçbir şey olmuyormuş ya da çok yavaş ilerliyormuş gibi görünebilir. Ancak okudukça fark ediyorsunuz aslında çok fazla şey oluyor. Bir an bile başlarına olay gelmeden geçmedi. Özellikle son 100 sayfa o kadar heyecanlıydı ki. Sayfaları su gibi içtim. Okuma hızım yetmiyormuş gibi gelmeye başlamıştı. Daha hızlı okuyayım ki, hemen öğreneyim neler olacak istedim.

Son olarak kitabın Netflix de mini dizisi var. Dizi ile kitabı mahvetmişler o ayrı tabii. Kitaptaki ana olayları, Hazel'ın verdiği çoğu kararı diğer tavşanlar arasında bölmüşler. Fiver zaten kahin olarak önemli bir karakter kitapta. Ekstra rol biçilmesine gerek yoktu fazla abartı olmuş. Dizi izlemek isterseniz eğer, kötü değil sadece kitap daha güzel. Yani ÖNCE KİTAP SONRA DİZİ! :)

Bir sonraki yazıda görüşmek üzere.

Boş İşler Müdürünüzden Sevgilerle :*


Yabancı - Diana Gabaldon (Outlander #1) || Kitap Yorumu


Orijinal Adı: Outlander
Seri Adı/Sıralaması: Outlander #1
Yayınevi: Epsilon
Sayfa Sayısı: 838
Yayın Tarihi: 2010
Goodreads Puanı: 4,2
Benim Puanım: 5


Tanıtım


Eşsiz bir hikâye anlatımı... Unutulmaz karakterler... Zengin tarihi detaylar...
İşte bunlar Diana Gabaldon'ın romanlarına damgasını vuran en büyük özellikler.

Yayınlanır yayınlanmaz New York Times gazetesinin en çok satan kitaplar listesine hızlı bir giriş yapan Yabancı serisi, eleştirmenlerin büyük övgüsünü kazandı ve milyonlarca okuyucuyu etkisi altına aldı. Serinin başlangıç kitabı olan ve heyecanlı bir macera ile bir aşk hikâyesini başarıyla harmanlayan bu büyüleyici ve tutku dolu romanda olağanüstü iki karakterle tanışıyoruz;
-Claire Randall ve Jamie Fraser.-

Sene 1945. Eski bir savaş hemşiresi olan Claire Randall, evine dönmüştür. Tekrar bir araya geldiği eşiyle ikinci bir balayına çıkar. Salisbury Düzlüğü'nde bulunan tarihi taş çemberini ziyaret ederler. Bu taşlardan birine dokunan Claire birden kendini, savaş yüzünden yıkılmış ve gruplaşmış sınır baskınlarına maruz kalan İskoçya'da bir yabancı olarak bulur. Sene 1743'tür.
Anlayamadığı güçler tarafından zaman içinde geçmişe savrulan Claire, hayatı için tehdit oluşturabilecek mülk sahipleri ve casusların arasına düşmüştür. Cesur bir İskoç savaşçısı olan James Fraser, Claire'e öyle sınırsız bir aşk sunar ki, genç kadın sadakat ve tutku gibi iki zıt duygunun arasında sıkışıp kalır. Farklı zamanlarda yaşayan ve hiç ortak özellikleri olmayan bu iki adam arasında bir seçim yapması gerekmektedir.


Yorumum

1945’de bir savaş hemşiresi Claire, kocası Frank’in soyağacını araştırmak istemesi üzerine ikinci balayı niyetine İskoçya’ya giderler. Bir gece yapılan bir pagan ayinini gizlice izledikten sonra ayinin yapıldığı taşlarda gördüğü bir çiçeği incelemek için taşların olduğu yere giden Claire bazı sesler duyar ve büyük taşa dokunur. Kendini 1743 İskoçyasında bulan Claire entrika, yalan, yobazlık ve savaş içinde kalmış bir yerde hayatta kalmaya ve en önemlisi dokunduğu taşa tekrar gidip kendi çağına dönmek için uğraşır.

Uzun zamandır listemde olan ve okumaya gerçekten çok korktuğum bir kitaptı Yabancı. Çünkü uzun bir seri ve her kitabı ansiklopedi boyutlarında. Ama aslında en önemli nedeni bu kadar sayfa okuduktan sonra kitabı sevememe ihtimalimdi. Ama çekincelerim boşunaymış. Kitap hem çok akıcı hem de gerçekten harika bir kurgu ile ilerliyor.

Başlarda hem yazarın diline hem oluşturduğu evrene alışmak zor oluyor. Daha sonra kullanılacağı için yazar ilk bölümlere tarihi bilgiler serpiştirmiş. Bu da hem akılda tutmak açısından hem de kitabın akıcılığı açısından başlarda zor oluyor. Ama dediğim gibi alışıyorsunuz ve kitap mükemmel bir şekilde ilerliyor. Yazar kitabın temelini ağır ağır tek tek taşları ekleyerek oluşturmuş. Daha ilk sayfalarda baya iyi kurgulanmış üzerinde çok düşünülmüş bir kitap okuyacağınızı hissediyorsunuz.
Karakterlere gelince Jamie ve Claire harika bir çiftler. Ve çok güzel uydular birbirlerine bence. Claire bana göre çok güçlü bir karakter zira ben olsam bir gün hayatta kalamazdım. Zorla evlendirildiler ama zaten Jamie belli dünden razı. Claire de yavaş yavaş sevdi ve bu benim hoşuma gitti.

Jamie sen ne mükemmel bir karaktersin ya. Mükemmel bir arkadaş, dost, aşık, koca. Claire için feda ettikleri, onu koruması, üstelik çocukça halleri, muzip dili. Daha ne diyeyim ya. Harika bir şey.
Kitapta beni üzen tek şey Frank’di. Öyle harika bir kocanın, bir anda karısının kaybolasıyla uğraşmak zorunda kaldığını düşününce kitapta hep “acaba o ne yapıyor” diye düşündüm. Claire zor da olsa buldu mutluluğu. Hem de Jamie’yi buldu ama o adamcağız ne yapıyor acaba oralarda diye düşündüm.


Kitap kesinlikle favorilerim arasında. Ben evirir çevirir okurum bu kitabı. Şimdi kitap bittikten sonra diyorum ki iyi ki bu kitap seri, iyi ki devam kitabı da uzun uzun yazılmış. Belki ancak doyarım Jamie’ye. O da belki tabii. Doyabilirsem. 

Dünyamdaki Yeri


Her Şey Bitti Derken - Katja Millay || Kitap Yorumu


Orijinal Adı: The Sea of Tranquility
Yayınevi: Neo Kitap
Yayın Tarihi: Temmuz 2014
Türü: Genç Yetişkin
Sayfa Sayısı: 496
Goodreads Puanı: 4,36
Benim Puanım: 5


Tanıtım

Bazen kurtuluş için aşkı seçmek gerekir...
Nastya tam 450 gündür konuşmuyorsa, gülmüyor ve ağlamıyorsa,
bir bildiği olmalı;
bazı günler sadece öfkesiyle ayakta durabiliyorsa, 
bir umudu olmalı; 
ayakları onu dönüp dolaşıp Josh’a götürüyorsa,
bir nedeni olmalı;
ve tam 450 gün sonra yeniden konuşmaya karar veriyorsa, 
söyleyecekleri olmalı. 
Josh hayatındaki herkesi teker teker kaybediyorsa,
bunun bir açıklaması olmalı;
etrafında görünmez bir güç kalkanıyla dolaşıyor, herkesten kaçıyorsa, 
bir derdi olmalı;
ve kasabaya yeni gelen kıza Günışığım diyorsa,
bir sırrı olmalı.
Her Şey Bitti Derken, hayat denen yapbozun parçalarını bir arada tutan şeyin sevmek olduğunu bilenlerin, bir de günün en karanlık saatinde çıkagelip, “Her şey bitti demek için çok erken” diyecek bir günışığını bekleyenlerin hikâyesi.

“Baştan sona heyecan dolu, duygusal bir yolculuk. Benim için tartışmasız yılın en iyi kitabı.”
Colleen Hoover

“Çarpıcı bir ilk roman. Her Şey Bitti Derken yüreğimi çaldı, nefesimi kesti, canımı yaktı. Katja Millay’in lirik anlatımına kapılmamak imkânsız.”
Ann Aguirre

“Her Şey Bitti Derken, kitapların eğlendirmekten çok daha fazlasını yapabildiğini hatırlatan bir roman. Katja Millay’in sözcükleri duygularınızı saklandıkları yerden çıkaracak, zihninizi ele geçirecek ve sonunda ayrılmaz bir parçanız olup çıkacak.”
Tough Critic Book Reviews

Yorumum

Hani bazı kitaplar vardır insanın hayatında. Yıllar sonra bile her sahnesini hatırlarsınız. Diğer kitaplardan o kitaptan esintiler bulursunuz. Belki başkaları için sıradadır, belki klişedir ama sizin içinize işler. Bırakamazsınız. Geçip gidemezsiniz. Yıllar yıllar sonra kitaplığınıza baktığınızda gözünüz o kitaba kayar, tekrar hatırlarsınız her cümlesini, satırlardan size ulaştırmayı başardığı her duyguyu. Tekrar tekrar hissedersiniz. 💖

Benim için böyle kitapların arasına girdi Her Şey Bitti Derken. Ne kadar güzel olduğunu anlatmak için aklıma başka kelimeler gelmiyor. Acı dolu, aşk dolu, arkadaşlık, dostluk dolu bir kitap. Öyel çok sevdim ki. Öyle çok hüzünlendim ki. Öyle heyecanlandırdı ki kitap beni şimdi bana bu duyguları yaşattığı için minnettarım yazara. 😍

Her sayfası heyecanlı asla sıkmayan gerçekten insanın yüreğine dokunan bir kitap. Bildiğim kadarıyla internet sitelerinde tükenmiş görünüyor ama ikinci el kitapçılarda rastlıyorum kitaba. Zaten ben de öyle aldım. İyi ki almışım. İyi ki okumuşum. 

Son olarak çeviri çok kötüydü. Böyle özentisiz böyle saçma bir çeviri olabilir mi ya? Ayrıca o kapak kitapla ne alaka? O çocuğun boynu niye öyle 90 derecelik açıyla duruyor? O kızın kitaptaki kızla ne alakası var? Neyse bunlar bile kitabın mükemmeliğini engelleyememiş siz düşünün artık ne kadar güzel olduğunu. 😉😊

Dünyamdaki Yeri


İlik - Tarryn Fisher || Kitap Yorumu



Orijinal Adı; Marrow
Yayınevi; Aspendos
Yayın Tarihi; Şubat 2016
Sayfa Sayısı; 376
Goodreads Puanı; 4,02
Benim Puanım; 5

Tanıtım


Bone'da bir ev…
Evde bir kız…
Kızda bir gizem…

Margo diğer kızlara benzemiyor. Bone denilen izbe bir mahallede, lanetli bir evde onunla iki yılı aşkın bir süredir konuşmayan lanetli annesiyle yaşıyor. Günlerini kendini görünmez hissederek geçiriyor. Ancak tekerlekli sandalyedeki komşusu Judah Grant'le arkadaşlık etmeye başlayınca işler değişiyor. Mahalleden tanıdıkları yedi yaşındaki Neveah Anthony kaybolunca Judah bu olayı çözmede Margo'ya yardımcı oluyor.

Margo'nun öğrendikleri onu değiştirip hayata karşı yeni bir bakış açısı geliştirmesine sebep oluyor. Çocuk istismarcıları ve tecavüzcüleri bir bir hedef alarak kötü insanları bulup onları cezalandırmaya karar veriyor. 

Ancak kötüleri avlamak tehlikeli bir iş ve Margo kendi ruhu dâhil her şeyi kaybetme riskiyle karşı karşıya…

Yorumum


O kadar güzeldi ki... Sanırım postitlerim ne kadar sevdiğimi benim yerime anlatıyor. Öyle ki kitabın sonunda Son yazısından sonra Tarryn'in notu var orada bile altını çizdiğim yer oldu. Tarryn Fisher herkesin okuyabileceği kitaplar yazmıyor. Peri masalları, mutlu hikayeler, mükemmel karakterler yazmıyor. Onun kalemi gerçek. Beni kendisine çeken de bu. O gerçek. Öyle şeyler okudum ki kitapta. Ürperdim, üzüldüm ve fark ettim. Herkes gibi kötülüğü görünce kafamı çeviriyorum. Sanki görmezsem gerçek olmaz, çocuklar şiddet görmez kadınlar istismar edilmez... Tarryn bunu koydu önüme. Zorla bak dedi. Gözlerimi açtı ve görmek zorundasın dedi. Bunlar oluyor... Belki hiçbirimiz Margo olamayız ama sessiz de kalmayalım.

İyi değilim şu anda. Çünkü biliyorum haklı.

Konudan bahsetmeyeceğim arka kapak yazısından başka ne söylersem spoiler olur. Okuyun bu kitabı. Lütfen ya okuyun.

Dünyamdaki Yeri




Harry Potter and the Cursed Child - J. K. Rowling, John Tiffany, Jack Thorne || Kitap Yorumu



Orijinal Adı: Harry Potter and the Cursed Child
Seri Sıralaması: Harry Potter, #8
Yayınevi: Little Brown UK
Yayın Tarihi: 31Temmuz 2016
Sayfa Sayısı: 330
Goodreads Puanı: 4,16
Benim Puanım: 5

Tanıtım

The Eighth Story. Nineteen Years Later. Based on an original new story by J.K. Rowling, Jack Thorne and John Tiffany, a new play by Jack Thorne, Harry Potter and the Cursed Child is the eighth story in the Harry Potter series and the first official Harry Potter story to be presented on stage. The play will receive its world premiere in London’s West End on July 30, 2016.
It was always difficult being Harry Potter and it isn’t much easier now that he is an overworked employee of the Ministry of Magic, a husband and father of three school-age children.
While Harry grapples with a past that refuses to stay where it belongs, his youngest son Albus must struggle with the weight of a family legacy he never wanted. As past and present fuse ominously, both father and son learn the uncomfortable truth: sometimes, darkness comes from unexpected places. 



Yorumum

Harry 39 yaşında. Sihir Bakanlığında çalışıyor. Ginny ile evli. James, Albus Severus ve Lilly adında 3 çocukları var. Hermonie Sihir Bakanı olmuş ve Ron ile evli Rose adında kızları var. Bildiğiniz küçük Hermonie ya. Ron’un da şaka dükkanı var. Draco Malfoy da hala bildiğiniz Malfoy J ve Scorpius adında bir oğlu var ve oğluyla ilgili ilginç bir dedikodu var. Draco bu dedikodudan, haklı olarak, nefret ediyor ve oğlu da bu dedikodu yüzünden zor günler geçiriyor. Ama oğlanın Draco ile alakası yok. Sanki küçük Ron. Çok tatlı ya. Benim en sevdiğim yeni karakter oldu. Böyle saçlarını karıştırıp “ Allahımm ne tatlısın sen,” diyesim geldi. Kitap Albus’un Hogwards’a başlayacağı gün ile başlıyor. Yani son kitapta okuduğumuz yerden. Ama ilk iki yıl çok çabuk geçiyor ve asıl olay üçüncü yıllarına başlayacakları zaman olmaya başlıyor.
Ben bu kitaba eleştirel bir gözle (o ne demekse) bakamam asla. Bu kitap eğer Harry Potter and His Shopping List olsaydı da okurdum. Ve yine aynı şeyi söyler ve hissederdim. Bu kitap... çok fazla... çok tarif edilemez… çok… Tamam sakin olup anlatmaya çalışayım. 

Eğer siz her kitabın çıkış tarihini dört gözle beklemişseniz, bir sonraki film çıksın diye gün saymışsanız, istisnasız içinde Harry Potter olan her dergiyi satın almış ve odanızı Harry Potter posterleri ile doldurmuşsanız ve son kitap ilk çıktığı zamanda okumuşsanız, ve sonra... Aniden büyümüşseniz... Hikaye bitmişse ve aradan belki de 10 yıl geçmişse... İşte o zaman beni anlıyorsunuz demektir. Bu kitap benim çocukluğum, ergenliğim, ilk hayallerim, ilk hayali aşkım. Bu hikaye benim kitap okuma aşkım. Tüm bu büyü dünyası benim için çok fazla şey demek. Biz J. K. Rowling ile büyüdük. Bu da, en azından benim için, şu demek, karakterim biraz J.K Rowling ve Harry Potter’la bütünleşti. Onu, anlatmaya çalıştığını anlayabiliyorum demek. Harry oğluna o sözü söylerken ne demek istedi, neden ve nasıl bir ruh haliyle dedi bunu anlayabiliyorum demek.

Kitapta duygulardan çok mekan ve diyaloglar olsa da ben; Harry, Hermonie ve Ron'un her mimiğini kafamda canlandırabildim. Her iç çekişlerini, göz kırpışlarını birbirlerine her bakışlarını kafamda canlandırabildim. Çünkü o filmleri belki yüz defa izledim, kitapları en az onar defa okudum.

Bence kitaba yönelik yapılan eleştiriler çok saçma. Hiçbir karakterin değiştiğini düşünmüyorum. Hele Harry kötü bir baba olarak gösterilmiş diyenlere sesleniyorum; Bu kitaptaki Harry zaten kötü bir baba değil kiiii!!! Kötü bir baba olduğunu düşünmesine sürekli bunu dile getirmesine rağmen öyle değil. Hayır, ben Harry'nin karakterini değiştirdiklerini düşünmüyorum.

Harry, Hermonie ve Ron’u tekrar okumak, büyümüş hallerinde bile çocukken yaptıkları gibi birlik halinde hareket etmeleri, Hermonie’nin yine zeki olması, Harry’nin olayları çözmesi, Ron’un yorumları, her şeyiyle mükemmeldi.


Benim nostaljim ve bu günüm oldu bu kitap. Eminim geleceğimde de olacak. J.K Rowling bundan elli yıl sonra bir hikaye daha yazsa ben onu da okurum. 

Dünyamdaki Yeri



Yağmurla Gelen Mutluluk - Amber L. Johnson || Kitap Yorumu


Orijinal Adı: Puddle Jumping 
Seri Adı:  Puddle Jumping #1
Yayınevi:Yabancı Yayınları
Yayın Tarihi: 15 Şubat 2016
Sayfa Sayısı: 176
Goodreads Puanı: 4,34
Benim Puanım:  5


Tanıtım

2014 goodreads en iyi genç yetişkin kitabı adayı

Yağmurla Gelen Mutluluk, farklılıkların aslında ne kadar abartıldığını ve sevginin karşısında hiçbir şeyin duramayacağını bir kez daha gözler önüne seriyor...

Söz konusu aşksa, sıradan diye bir şey yoktur.Herkes Colton Neely'nin özel olduğunu düşünüyordu. Lilly Evans ise büyüleyici olduğunu...

Çocukluk arkadaşlarıyken bir kaza yüzünden yolları ayrılmıştı. Yıllar sonra buluştuklarında ise Lilly, Colton'ın ne kadar özel olduğunu ve onu daha fazla tanımak istediğini keşfedecekti. Ve Colton'ı tanıdıkça, ona daha çok bağlanacaktı.

Ancak Lilly, sevgisini kelimelerle ifade etmekte dahi zorlanan bu çocukla ilişkisini dilediği gibi yürütebilecek miydi?

"Bir gün oğlumun yaşamasını isteyeceğim türden bir aşk hikâyesi."
-Qwen Salsbury, Çoksatan The Plan kitabının yazarı-
(Tanıtım Bülteninden)

Yorumum


Asperger sendromlu birini sevebilir misin? Seni, senin onu sevdiğin gibi sevemeyeceğini düşündüğün birini? Aşkınla ona aşık olmayı öğretebilir misin? Sevgisini diğer insanlar gibi gösteremeyeceğini bilmene rağmen sevmeye devam edebilir misin? Lilly başardı. O sevdi ve sevginin nasıl olması gerektiğini gösterdi bizlere. 

Harika bir aşktı. Kesinlikle çok güzeldi. Aşkın olması gereken şeklini anlatmış yazar. Bu sadece otistik bir çocuğa duyulan karşılıksız sevgi değil, bence her insanın sevdiğine göstermesi gereken bir sevdi. Böyle yaşanmalı aşklar, böyle sevilmeli insan ve böyle sevmeli. Beklentisiz, karşılıksız sadece sevmeli. Sevmek istediği için sevmeli. Nedenleri olmadan, nasıllara takılmadan. Lilly'nin aşkı çok öğretici bence. Aşkın olması gerektiği hali gibi. 

Bu kitabı gözüm kapalı herkese öneririm. Mutlaka okuyun. En kısa zamanda okuyun. 

Dünyamdaki Yeri


Isla ve Mutlu Son - Stephanie Perkins || Kitap Yorumu


Orijinal Adı: Isla and the Happily Ever After    Nisan 2016
Seri Adı: Anna and the French Kiss #3
Yayınevi: Yabancı
Sayfa Sayısı: 328
Yayın Tarihi: Nisan 2016
Goodreads Puanı: 4.14 
Benim Puanım: 5

Tanıtım

Isla ve Mutlu Son, hem tatlı bir aşk hem gerçekçi bir dostluk hem de John Green ve Rainbow Rowell sevenlerin ellerinden bırakamayacağı bir "ilk aşk" hikâyesi.

Aşk onları bir yaz günü, asla uyumayan şehrin sokaklarında yakalamıştı… ama ya ona sahip çıkmak düşündükleri kadar da kolay değilse? 

Romantizme umutsuzca inanan Isla, lise birinci sınıftan beri kendini çizdiği karikatürler arasında kaybetmiş Josh'a âşıktı. Yaz tatili esnasında Manhattan'da yaşanan tesadüfi bir karşılaşma sonrasında Isla belki de aşkın o kadar da uzakta olmadığını fark etmişti. Ancak yeni okul yılının başlamasıyla Isla ve Josh, her genç çiftin karşılaştığı güçlüklerle yüz yüze gelmek zorunda kalmışlardı: ailevi sorunlar, gelecek kaygısı ve birbirlerinden ayrılmak zorunda kalabilecekleri gerçeği. 

Bu içinizi ısıtacak, tatlı aşk hikâyesi New York sokaklarını, Paris'in büyülü havasını ve Barcelona'nın ateşli atmosferini yansıtırken, sevilen başka iki çifti de yeniden okurla buluşturuyor: Anna ve Etienne, Lola ve Cricket. 

"Gerçekçi karakterler, zekice yazılmış diyaloglar ve büyüleyici bir aşk hikâyesiyle Isla ve Mutlu Son yazarın hayranlarının gönüllerini fethedeceği gibi, yazara kesinlikle yeni hayranlar da kazandıracak." 
-School Library Journal, starred review-

"Stephanie Perkins'in karakterleri tam da bizim istediğimiz gibi, ama gerçekte ve temelli âşık oluyorlar." 
-Rainbow Rowell, Eleanor & Park ve Fangirl'ün ödüllü çoksatan yazarı-

"Etkileyici genç karakterler ve sürükleyici bir aşk hikâyesi. İlk aşkın tüm fiziksel ve duygusal etkilerini okura yeniden yaşatacak büyüleyici bir roman."
-Kirkus Reviews-

"Baş döndürücü ve duygusal… Renkli ve hazır cevap karakterler, sürükleyici bir kurgu, Stephanie Perkins her defasında daha başarılı bir anlatımla geri dönüyor."
-RT Book Reviews, Top Pick-
(Tanıtım Bülteninden)


Yorumum

Bu seride tuhaf bir şey var. Benim serideki sevgi sıralama şöyle;
1) Anna ve Fransız Öpücüğü >>> Aşık Oldum
2) Lola ve Komşu Çocuk >>> Nefret Ettim
3) Isla ve Mutlu Son >>> Bayıldımmmm 

Bence bu durumun oluşma nedeni Paris. 1. ve 3. kitap Paris'te geçiyor ve ben bugüne kadar Paris'te geçen her kitabı sevdim. Çoğu favorim oldu. Bu seride de 1. ve 3. kitaplar favori kitaplarım içine girdiler. Neyse gelelim Isla'ya.

İçinde klişelikler yok muydu? Alası vardı.
Bu klişelikler kötü müydü? Töbeeee
İçinde aşk var mı? Amanın en güzelinden
Vıcık vıcıklar mı? Asla
Ayrılıkları sıradan mı? Bence gayet mantıklı bir nedendi.
Barışmaları nasıl oldu? EFSANE 

Evet bence kitabın bana göre özeti aşağı yukarı böyle :D Son kısımda tüm karakterlerin bir araya geldiği yerde duygulandım. Özellikle o yerde, hani söylersem spoiler olacağı yerde okuduğunuzda anlayacağınız o yerde gerçekten çok duygulandım ve çok hoşuma gitti. Isla'nın çekingenliği, utangaçlığı, en önemlisi de Josh'a duyduğu o aşk kesinlikle harikaydı. Öyle sevgiler olmalı hayatta. Josh ise kitapta bana sevgisini çok hissettiremedi. Evet aşık olduğunu anladım okurken. Ama ben Isla'nın aşkını daha çok benimsedim sanki. Karakterlerin çizgi roman sevmesi, Josh'ın kendi otobiyografik çizgi romanını çizip yazması ve Isla'nın macera kitaplarının kurdu olması kitabı daha çok sevmeme sebep oldu. 

Son olarak Anna ve Fransız Öpücüğünden spoilerlar vardı kitapta ama bence bu kitabı okuduktan sonra Anna'yı okuyamayacak kadar değil. Ama siz "büyük, küçük fark etmez ben spoilerın her türünden nefret ediyorum" diyorsanız Anna'nın çıkmasını bekleyin. 

Öneriyorum dememe gerek var mı bilmiyorum ama yine de belirtmeden geçmeyeyim KESİNLİKLE TAVSİYE EDİYORUM. 

Dünyamdaki Yeri 


Winter - Marissa Meyer || Kitap Yorumu




Orijinal Adı; Winter
Seri Adı/Sıralaması; The Lunar Chronicles #4 
Yayınevi; Artemis Yayınları
Yayın Tarihi; 1 Nisan 2016
Sayfa Sayısı; 800
Goodreads Puanı; 4,52
Benim Puanım; 5






Tanıtım

Bu masallarda mutlu sonu kadınlar yazacak!

Ay halkı, yüzündeki yara izlerine aldırmadan zarafeti ve nezaketiyle hepsini büyüleyen Prenses Winter'a hayrandı. Herkes, genç Prenses'in, üvey annesi Kraliçe Levana'dan çok daha nefes kesici bir güzelliği olduğunu düşünüyordu. Winter, üvey annesinden pek hoşlanmıyordu. Eh, bunda Levana'nın, genç ve güzel Prenses'in çocukluk arkadaşı ve yakışıklı saray muhafızı Jacin'e duyduğu hisleri onaylamamasının da etkisi vardı tabii. Ancak Winter, Levana'nın sandığı kadar zayıf biri değildi ve yıllardır üvey annesinin isteklerini görmezden gelmeyi başarmıştı.

Winter, sayborg mekanik ustası Cinder ve arkadaşlarıyla birlikte belki de büyük bir devrim başlatacak ve uzun süredir gizliden gizliye süren bir savaşı nihayete erdirecekti. Cinder, Scarlet, Cress ve Winter; Kraliçe Levana'yı alt edip kendi mutlu sonlarını yazabilecek mi? "Ay Günlüğü" serisi sona erdi. Artık hiçbir masalda böyle bir tat bulamayacaksınız. Kendi masalınızı yaşasanız bile.



Konusu


İmparator Kaito'yu kaçırdıktan sonra hem savaş planı yapmaya çalışan Cinder hem de kendisini Kai'ye kanıtlamaya, gerçekleri anlatmaya çalışır. Rampion da bir araya gelen ekip bir plan yapar. Plan doğrultusunda önce Scarlet'i kurtaracak, ardından bir isyan başlatacaklar. Ama işler hiç de düşündükleri kadar kolay olmayacak.


Yorumum


Kesinlikle mükemmeldi. 800 sayfalık kitabın tek bir sayfasında bile sıkılmadım. Kitap okumamam gereken bir dönemde sınava 1 ay kalmışken normalde okumaya çalıştığım kitabın yarım kalması ya da beni reading slumpa sokması gerekirdi. Ama öyle mükemmeldi ki hiç birisi olmadı.

Kitabı benim için bu kadar mükemmel yapan şey; karakterler tek başlarına mükemmel değiller. Her birinin öne çıkan bir özelliği var ve bir araya geldiklerinde mükemmel oluyorlar. Hikayenin tek bir kahramanı yok aslında. Belki ana karakter Cinder gibi görülebilir ama aslında hepsi eşit derecede paya sahipler başarılarda. Her karakterini sevdiğim benim için hakikaten nadir serilerden. İnanılmaz güzel bir final kitabı olmuş. Resmen yazarın kalemine, kurgusuna hayran kaldım. Tanıtımda "Artık hiçbir masalda böyle bir tat bulamayacaksınız. Kendi masalınızı yaşasanız bile." diyor ve aynen katılıyorum. İzleyeceğim, okuyacağım, duyacağım yada belki yaşayacağım hiçbir masal bana bu tadı vermeyecek. Ay Günlüğü Serisi bu tarzda yazılmış bir klasik olacak benim için. Kitap için ödül töreni tarzı kategoriler oluşturdum :D

Favori çiftim; Açık ara farkla Scarlet - Wolf (Ze'ev)
Favori karakterim; Cinder
Favori aşık karakterim; Wolf ( adam kurt ama içlerinde en aşık olan o bence) 
En asil karakter(ler); Kai (ve Torin :D )
En eğlenceli karakter; Throne
En sinir bozucu, soğuk, kasıntı karakter; Jacin
En saf ve temiz karakter; Winter
En utangaç ve zeki karakter; Cress
En tatlı karakter; Iko
En çok laf sokan karakter; Scarlet

Bu seriyi gözüm kapalı herkese önerebilirim.

Alıntılar


"Başına bunca dert açtığım için özür dilerim."
"Saçmalama. Levana zaten öldürecekti beni."
"İnsanın böyle bir laf ederken biraz daha endişeli görünmesi gerekmez mi?"
"Neden endişeleneyim?" diye sordu Kai, gözleri parlayarak. "Nasıl olsa sen beni kurtaracaksın."

"Selene kraliçe olduktan sonra muhafızlığa devam edecek misin?"
"Bilmiyorum," dedi Jacin, ona bir bez atarak. "Ama seni korumaktan asla vazgeçmeyeceğim."

Cinder - Marissa Meyer || Kitap Yorumu




Orijinal Adı; Cinder
Seri Adı; Ay Günlükleri #1 
( The Lunar Chronicles #1 )
Yayınevi; Artemis Yayınları
Yayın Tarihi; 2014
Sayfa Sayısı; 417
Goodreads Puanı; 4,14
Benim Puanım; 5



Tanıtım

Gelecekte bile, hikâye "bir varmış bir yokmuş" dİye başlıyor… İnsanlarla androidlerin yan yana dolaştığı Yeni Pekin'e hoş geldiniz. Her ne kadar birlikte yaşamayı başarsalar da türlerin dostluğu sanıldığı kadar kolay değil. Ölümcül bir veba insan nüfusunu tehdit ediyor. Ay İnsanları, Dünya'yı uzaydan izleyerek doğru zamanı kolluyor. Kimse Dünya'nın kaderinin tek bir kıza bağlı olduğunun farkında bile değil…

Becerikli bir mekanik ustası olan Cinder, herkesten saklasa da aslında bir sayborg. Üvey annesinin hakaretleri yetmezmiş gibi şimdi bir de üvey kardeşinin hastalanmasından sorumlu tutuluyor. Yakışıklı Prens Kai'in hayatına girmesiyle birlikte, Cinder birden kendini gezegenler arası bir anlaşmazlığın ortasında buluveriyor. Sorumluluk ve özgürlük, sadakat ve ihanet arasında kalan Cinder, Dünya'nın geleceğini koruma altına almak için önce kendi geçmişinin sırlarını açığa çıkarmak zorunda... Yeniden kurgulanmış bu masalda Külkedisi ile tekrar tanışmaya ne dersiniz?

Marissa Meyer, Washington'ın Tacoma kasabasında doğup büyüdü. Henüz küçük bir çocukken kitaplara âşık olan Marissa, ergenlik yıllarından beri gençlik edebiyatı üzerine çalışıyor. Peri masallarına da büyük bir sevgi besleyen Marissa, gençlik günlerinden beri bu masalları yeniden kurguluyor ve bu tutkusundan da vazgeçecek gibi görünmüyor.
(Tanıtım Bülteninden)


Yorumum


Dördüncü dünya savaşı yaşanmış ve Dünya artık arabaların antika sayıldığı, kimlik kartları yerine bilekte taşınan kimlik çiplerinin olduğu, ulaşım için hava araçlarının kullanıldığı, yeni bir tür veba ile uğraşılan bir yer. İnsanlar, androidler ve sayborglar beraber yaşıyorlar. Android bildiğimiz robotun  gelecekte nasıl olmasını hayal ediyorsak o hale gelmiş şekli. Sayborg ise ölmek üzere olan insanların hasarlı uzuvlarını değiştirip onları mekanik yapmak gibi bir şey. Robot değiller ama insan da değiller.

Cinder da sayborg olduğunu gizlemeye çalışan bir mekanik ustası. Üvey annesi ve iki kız kardeşi ile beraber yaşıyor. Ölmüş üvey babası tarafından evlatlık alınmış ve yasa gereği üvey annesi ile kalmak zorunda. Prensimiz de -Kai- bozulan androidini tamir etmesi için ülkenin en iyi mekanik ustasına gider ve bu kişi Cinder'dır. 


Ben zaten eski masalların yeni uyarlamalarını çookk severim. Ama Külkedisi benim masal kahramanları içinde en sinir olduğum, nasıl ezik nasıl pısırık bir şeysin sen dediğim, sırf baloya gitmek için periye ihtiyaç duyması beni deli eden bir karakterdi. Kızın tek derdi balo sanki diye düşünürdüm ne zaman  Külkedisi mevzusu olsa. O yüzden kitabı almak, okumak konusunda çekimserdim. "Ne de olsa Cinderella, bana kendini nasıl sevdirebilir ki?" Diye düşünüyordum. Ama yazar Cinderella'yı öyle bir insan pardon sayborg yapmış ki ben bile sevdiysem tebrik etmek lazım. Kendi ayakları üzerinde duran üvey annesine cevap verebilen, zeki, komik, en önemlisi de güçlü bir karakter. 
Ana hatlara sadık kalıp geri kalanını değiştirmiş yazar. Mesela üvey anne ve kız kardeşler var, balo var, ayakkabı olayı var, ama okuduğunuzda anlayacaksınız çok güzel metamorfoza uğratmış klişelikleri. 

Ben çok beğendim. Aynı masallar bunlar sıktı artık diyorsanız yeni versiyonuna bakın derim :)