Nevermoor Kitap Yorumu


Künye 

37 DİLE ÇEVRİLDİ
Yılın En İyi Kitabı
- AMAZON - 
2018 Waterstones Çocuk ve Gençlik Kitabı Ödülü dahil yirmiden fazla ödül
“Tadına doyulmaz.”
- GUARDIAN - 
“Öğrenmenin tek yolu vardı. Jüpiter’in parkasını üzerinden sıyırıp yere attı. ‘Cesur adımlarla,’ diye mırıldandı Morrigan. Gözlerini kapadı. Ve atladı.”
Morrigan Crow lanetli. Bir çocuğun doğabileceği en şanssız günde, Zifiri Gece’de doğdu. Berbat giden havalardan kalp krizlerine, çevresinde yaşanan tüm talihsiz olayların sebebi olarak görülüyor. Daha da beteri, o gece doğmuş tüm çocuklar gibi on birinci doğum gününde ölecek... ya da ölecekti. Gece yarısına saniyeler kala, Jüpiter North adında tuhaf bir adam ortaya çıkıp kara dumandan tazıları atlatarak onu saklı şehir Nevermoor’a götürmeseydi. 
Konuşan dev kediler, cüce vampirler, Morrigan’ın hayatında görmediği kadar dostluk.… Nevermoor sihirli bir yer. Ama burada kalabilmesi için Wunderous Cemiyeti’ne kabul edilmesi şart. Bu da ejderha binmek ya da köpeklerle konuşmak gibi olağanüstü yeteneklere sahip yüzlerce çocuk arasından sıyrılıp dört zorlu imtihanı geçmesi demek. Tek bir sorun var:
Morrigan özel bir yeteneği olmadığından neredeyse emin!
“Bu sihirli kitaba akılalmaz bir ilgi var: Film anlaşması yapıldı, hakları birçok yabancı ülkeye satıldı, Harry Potter benzetmesi de cabası. Neyse ki bu inanılmaz eğlenceli macera bütün bu ilgiyi hak ediyor. Potter tutkunları, bu kitapta sevecek bir sürü şey bulacak, ama Nevermoor kendine has bir albeniye sahip.”
- OBSERVER  - 

“Tam gaz keyif; eğlenceli, sürükleyici ve çılgınca yaratıcı.”
- Katherine Rundell, GÖKYÜZÜ ÇOCUKLARI’nın yazarı - 

Okurlar, muzip karakterler ve akla kazınan maceralarla dolu bu heyecan verici dünyaya balıklama dalacak.”
 - School Library Connection - 

(Tanıtım Bülteninden

Yorum 

Morrigan Zifiri Gecede doğan talihsiz bir çocuk. Çünkü bu gecede doğan her çocuk lanetli. Kasabada olan her felaketten, birinin düşüp ayağını kırmasından, ölen bir kediden, kısaca her kötü olaydan kasabadaki lanetli çocuk Morrigan sorumlu. Ve daha önemlisi bu lanetli çocuklar yeni çağda yani doğdukları tarihten 12 yıl sonraki doğum günlerinde ölecekler. Garip bir şekilde çağ 11 yıl sonra bitiyor ve Morrigan'ın ölmesi gereken günde Jüpiter North ortaya çıkıp onu Nevermoora götürüyor.
Nevermoor bir büyü ülkesi. Orada yaşayanlardan başka ülkenin varlığını bilen yok. Morrigan burada kalabilmek için Wunderous Cemiyetine girmek zorunda. Bu cemiyette girmek için de geçmesi gereken 4 önemli sınav var. Aksi takdirde kendi Dünyasına dönmek zorunda ve eğer oraya dönerse peşindeki lanet yüzünden ölecek.


Canım arkadaşım @angelsbooks ile okuduk kitabı. Akıcı, çabuk ilerleyen ve genel hatları ile sıkmadan biten bir kitap. Oluşturdu dünya güzel. Özel yetenekli çocuklar, Harikediler, pegasuslar, ejderhalar ile gerçekten güzel bir hikaye. Sadece kitabın övgü kısmında Harry Potter vari ifadesi olmasaydı daha çok severdim. Çünkü kitabın anlatımı da aslında içinde geçtiği dünya da Harry Potter ile uzaktan yakından alakalı değil. Bu kıyaslamayı yapmadan okursanız çok daha fazla seversiniz. Kafanızı yormadan bir günde bitirebileceğiniz kitaplardan.
Beni tek rahatsız eden şey çeviri oldu maalesef. "Dağ mağ yok" "Kriz mriz yok" gibi cümleleri çeviri bir kitapta ilk defa gördüm. Gerçekten ilginç. Bir de ünvanlar çevrilmemiş, "Miss Morrigan" olarak kalmış mesela. Öylece bırakmışlar. Bir yerden sonra alışsanız da kitabın akışında sizi yoruyor sürekli bunlara denk gelmek.
Elinizde varsa okuyun derim. Yoksa da kalsın öyle bence

Boş İşler Müdürünüzden Sevgilerle :*

Covid-19 Bize Neler Yaptı? Biz Bu Hale Nasıl Geldik?


Selamlar.
Bu defa biraz içimi dökmeye, azıcık dertleşmeye geldim.

Tüm Dünya'nın içinde bulunduğu pandemik bir salgınla boğuştuğumuz şu günlerde, ülkece kısmi bir karantinadaydık. Herkes sokağa çıkma yasağı gelmesi gerektiğini düşünüyordu ve bu kitleye ben de dahilim. Peki sonuç ne oldu?

10 Nisan 2020 saat 24:00 itibari ile tüm büyükşehirler ve Zonguldak'ta 48 saatlik bir sokağa çıkma yasağı geldi. Bu yasak 10 Nisan akşamı saat 22:00 civarında duyuruldu ve sadece "Sokağa Çıkma Yasağı" başlığı ile içeriğinde hiçbir bilginin olmadığı haberler yayınlanmaya başladı. Tüm haber siteleri 'önce biz duyurmuş olalım' telaşı ile tam açıklamanın yapılmasını bile beklemeden sadece sokağa çıkma yasağının olacağını duyurdular ve "detaylar az sonra burada olacak," dediler. Peki bizim vatandaşımız o "az sonra"yı bekledi mi? Tabii ki hayır! Sokağa döküldüler. Marketlere gittiler. Sosyal mesafeyi hiçe sayarak bir karton yumurta iki ekmek için canlarını yok saydılar. Çikolata için kola alabilmek için birbilerini ezdiler. Benzin istasyonlarına akın edildi. Millet bidon bidon benzin aldı. Sokağa çıkma yasağı gelmişken üstelik. Bu durumun ne olduğunu, neden olduğunu sorgulamadan içlerinden gelen bir dürtü ile, korku ve panik ile attılar kendilerini sokağa. (Bu durumun bence nedenine biraz sonra değineceğim. )

Peki bu durumda devlet ne yaptı? Önce yasak ilan edildi dedi. İçi doldurulacak bir haberi attı ortaya birazdan açıklama yapılacak dedi. Sonra 48 saatlik bir yasak olarak haber çıktı. En son da fırın, su istasyonları, marketler, kuryeler, havalimanı çalışanlarını kapsamıyor dedi. Ama bu zamana kadar olan olmuş herkes dışarı çıkmıştı. İnsanlar evde otururken bile yakalandıkları bu virüsten korunmak için yapılan tüm önlemler ve uğraşlar boşa gitti.

Bu süreçte yaşanan olaylar bunlar. Şimdi benim içimden geçenleri anlamak istediğim kısımdayız.

Biz  bu kadar gözü dönecek hale nasıl geldik? Bir an düşünsek hatırlayacağız şu anki durumumuzun savaş nedeniyle değil bir salgın yüzünden olduğunu. Sokağa çıkma yasağı gelse bile devletin bize temel ihtiyaçlarımızı karşılaması gerekir. Biraz durup sorgulasak 1980 zamanında olmadığımızı hatırlardık. Evet belki kimse farkında değil ama o sokağa dökülen, bidon bidon benzin alanlar sanki sıkı yönetim olmuş, darbe yapılmış gibi bir korkuyla attı kendini sokaklara. Yarın ekmek bulamayacağız korkusu ile, her yer kapanacak ihtiyaçlarımızı karşılayamayacağız korkusu ile. Farkında bile değiliz. Herkes "İki gün ekmek yemesen ne olur" diyor, kola içmesen ne olur? Evet bence de iki gün bunları yapmasak olur. Ölmeyiz. Ama koronadan ölürüz. Fakat kimse bunu düşünmedi ki. Kimsenin aklına korona gelmedi. Herkes istif yapmak zorundayım diye bir dürtüye kapıldı. "Ne olursa artık, yeter ki bir şeyler alayım da" diyerek. Bu yüzden öyle saçma şeyler alındı.


Peki böyle olacağı belli değil miydi? Sonuna kadar belliydi. Bir basın açıklaması ile bakan çıkıp her şeyi tek tek anlatsaydı, süreci, bu süreçte nereler açık olacak, kimler dışarı çıkabilecek? Bunlar anlatılsaydı bu panik olur muydu? Sanmıyorum. Ve aklıma şu soru geliyor. Bu kadar çok sokağa çıkma yasağı istedik ve en sonunda belki de iş işten geçtikten sonra geldi yasak. Sonuç izdiham oldu. Biz biliyorduk böyle olacağını ondan yasak getirmiyorduk demek için miydi acaba tüm bunlar? İnsanların paniğini çok kolay geçirebilecekken hiç bir şey yapmayıp uzaktan izlemenin başka bir açıklaması gelmiyor aklıma.

Ve bu sürece maalesef bizim cahil vatandaşımız çok güzel dahil oldu. Çok güzel oyuna geldik. Canlarımızı kaybetmek pahasına üstelik.

Halbuki okusak, sadece okusak, biraz zihnimizi açsak. Çok değil biraz sorgulamayı öğrensek. Tek bir soru sormayı başarabilsek. "Neler oluyor yahu?" diyebilsek. Hadi kitap okumuyoruz bari haber okusak. Biraz bilinçlenmek için uğraşsak belki bu kadar kolay gaza gelmeyiz. Sürü olmaktan çıkar birey olmaya başlarız belki. 

Boş İşler Müdürünüzden Sevgilerle.

Sağlıklı günlere ulaşmak dileği ile...

Sis ve Öfke Sarayı Kitap Yorumu



Künye

2016 Goodreads En İyi Genç Yetişkin Fantastik Ve Bilimkurgu Ödülü Sarah J. Maas’ın “Taht Oyunları”nın yazarı George R. R. Martin’le karşılaştırmasına yol açan “Güller ve Dikenler Sarayı” dizisinin ikinci kitabı Sis ve Öfke Sarayı da yine temposu ve heyecanı hiç düşmeyen bir macera vaat ediyor. Bana bakan yüzü tanıyordum. Yüzünden akan sahteliği, umutsuzluğu, çürümüşlüğü tanıyordum. Hançeri kaldırırken elim titremedi. Kemikli omzunu sıkıca tutup karşımdaki iğrenç yüz e baktım kendi yüzüme. Ve üvez hançeri tam kalbime sapladım. Feyre, Amarantha’dan kurtulup Bahar Sarayı’na dönebildi ama bunun bedeli yüksek oldu. Her ne kadar artık Ulu Peri güçlerine sahip olsa da hâlâ bir insanın kalbini taşıyor ve Tamlin’in halkını kurtarmak için yapmak zorunda kaldıklarını unutamıyor. Gece Sarayı’nın Yüce Lordu Rhysand’la yaptığı anlaşmayı da unutmadı. Tüm bunların ortasında Feyre, iktidar çatışmaları ve tutku oyunlarının baş döndürücü hızında yapması gerekeni yapıyor.
(Tanıtım Bülteninden)


Yorumum


Selamlarr. İlk kitabı okumadıysanız yorumu okumayın derim😂😂

İlk kitabını (Dikenler ve Güller Sarayı) nefret ederek okuduğum serinin ikinci kitabına bayıldımmm. İlk kitapta Feyre Amarantha'yı yenmiş ve Yüce Lordlar tarafından ölümden geri döndürülmüştü. Sevgili Tamlin'i ile birlikte Bahar sarayına dönmüştü ve artık her şeyin mükemmel olacağını düşünüyordu. Tek pürüz Rhysand ile yaptığı anlaşmaydı. Ama ikinci kitap Feyre'nin Dağın Altında yaşadıklarından kurtulamadığı ve kabuslarının peşini bırakmaması ile başlıyor.

Kitap öyle bir döndü ki kendi içinde. Başlangıçta Tamlin neydi sonra nasıl bir karaktere döndü, Rhysand en başından beri nasıl bir maskeyle geziyormuş aslında, çok şaşırdım. Evet Rhysand'ı ilk kitapta da çok sevmiştim hatta kitabı bitirme nedenim oydu. Bana göre en baştan beri Tamlin hiçbir şey yapmayıp, birileri onun yerine olayları düzeltsin diye bekleyen bir asalak. Bu düşüncemin ne kadar doğru olduğunu Sis ve Öfke Sarayı'nın sonunda tasdik etmiş oldu kendisi. Ama Rhysand'ın böyle fedakar bu kadar anlayışlı birisi olacağını asla tahmin edemezdim. Mükemmel karakter dediğimiz her özellik kendisinde mevcut.

Kitaptaki olaylar asla durulmuyor. Hiç bir sayfasında durağan bir kısım yok. Ve o son??? Neden ya neden diye söylene söylene okudum. İlk kitaptan siz de hoşlanmadıysanız sözlerime güvenin bu kitaba bayılacaksınız.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Boş işler Müdürünüzden Sevgilerle


WATERSHİP TEPESİ KİTAP YORUMU




Künye

“Tüm dünya sizi öldürmek isteyebilir, ama önce yakalamaları gerekecek…”
Richard Adams’a Carnegie Madalyası kazandıran başyapıtı Watership Tepesi, kolonilerinden ayrılıp kendilerine yeni bir yaşam kurmaya çalışan bir grup tavşanın destansı yolculuğunu anlatıyor. Doğanın ve insanların acımasızlığıyla tavşanların dehası arasındaki bu ölüm kalım mücadelesi, gizem ve gerilim yüklü bir varoluş savaşına dönüşüyor.
Nedir yapayalnız bir koloninin hayatta kalmasını sağlayan şey; bilgi mi, güç mü, yoksa sadece şans mı? Richard Adams bir koloniyi koloni yapan şeyin ne olduğunu göstererek çözüyor bu karanlık problemi. Korkuyla umut arasında salınan, içgüdülerinizi harekete geçirecek bir kaçış öyküsü anlatıyor. Yayımlandığı günden bu yana Watership Tepesi’ni bir ziyaret merkezi haline getiren, birçok kez TV ve sinemaya uyarlanan ve farklı popüler yapımlara ilham veren, tüm zamanların en iyi 100 kitabından biri seçilen Watership Tepesi doğa ve toplumla ilişkimizi masalsı, berrak ve çarpıcı bir dille sorguluyor. 
Şimdi NETFLIX Dizisi!
Richard Adams, 1920 yılında Berkshire’da doğdu. Oxford’da tarih eğitimi aldı ve Çevre Bakanlığı’nda çalıştı. Watership Tepesi, Shardik ve The Plague Dogs kitapları okurların büyük ilgisini gördü. 1976’da yayımlandığı Watership Tepesi modern bir klasik haline geldi ve Carnegie Madalyası kazandı. Winchester Üniversitesi tarafından fahri doktora unvanına layık görülen Adams, 2016 yılında aramızdan ayrıldı.
(Tanıtım Bülteninden)

Nereden Alabiliriz


Yorum

Fiver ve Hazel iki kardeş tavşan ve Fiver'ın gelecekten görüntüler görmek gibi bir yeteneği var. Bir gün kolonilerinin başına çok kötü bir şey geleceğine dair görüntüler görür. Histerik bir halde kardeşi ile birlikte Şef Tavşana durumu anlatırlar. Ancak Şef Tavşan bu durumu, konumunu tehlikeye atar korkusu ile önemsemez ve iki kardeşi huzurundan kovar. Bu iki tavşan da ikna edebildikleri bir kaç tavşanı da yanlarına alarak koloniden ayrılıp, Fiver'ın gördüğü tepeye ulaşmak üzere yola çıkarlar. Ve mecera böylece başlar.

Benim için bu kitabın hikayesi yıllar öncesine dayanıyor. Zamanında Lost dizisi vardı. Her 90'lar çocuğunun bildiği bir Sawyer karakteri vardı. Evet ben de kendisinin hayranıydım. O zamanlar internet ortamında sosyal medya denilen bir mecra olmadığı için sevdiğimiz karekterlerin bilgilerine dergiler ve gazetelerden ulaşırdık. Bir gün bir gazetenin  kültür sanat ekinde bir başlık gördüm. "Lost karakterlerinin elinden bırakamadığı kitap". Ve o kitap Watership Down idi. O zamandan beri inanılmaz merak edip okumak istiyordum. Yıllar sonra Türkçeye çevrildiğini ama baskısının tükendiğini gördüm. Sahaf fiyatı ise inanılmaz pahalıydı. Ben de bir gün illa ki çıkacaktır diye bekledim ve Epsilon yayınlarının kitabı yeniden basması üzerine sonunda kitabıma kavuştum.

Neden bu kadar uzun anlattım? Çünkü bu kadar bekledikten ve merak ettikten sonra kitaptan beklentimin ne boyuta ulaştığını tahmin edin diye. Yorumu bu beklentinin boyutuna göre okuyun istiyorum.


İnsanların bakış açısıyla, bazen ormanlar yandığında, bir yere insani yaşam  alanları kisvesi ile çeşitli inşaatlar yapıldığında o habitatta yaşayan hayvanlar için üzülüyoruz. Bazen eylemler yapıyoruz, bir yerlerde paylaşımlar yapıyoruz ve unutuyoruz. Hissetmiyoruz. Tavşan gözü ile insanlara bakmak bana hiçbir şey öğretmese bile o canlıları hissetmeyi öğretti. Sadece bu bile kitabı okuyun demem için yeterli. Ama devam ediyorum. Kitap tavşanlar üzerinden hiyerarşik düzeni, çıkar ve güç hırsının sonuçlarını, bireysel ilişkileri de anlatıyor.

Hani böyle öğüt, öğüt kitaplar vardır ya. Her satırında bunu yapma böyle olma gibi gözüne sokar vermek istediği anlamı. Watership Tepesi kesinlikle bunun tam tersi. Öyle güzel işlemiş ki konuları alt metin okumayı seven benim gibi okurlar için kitabı okumak inanılmaz keyifli.

Uyarmak istediğim bir konu var sadece. Kitap tavşan bakışı ile anlatılıyor ve 3. kişi anlatımlı. Bu da sürekli insan alemi ile ilgili kitaplar okuyan bizler için adaptasyon sorunu yaşatıyor. İlk yarıda size kitap çok durağan gelebilir. Bana da öyle gelmişti. Hiçbir şey olmuyormuş ya da çok yavaş ilerliyormuş gibi görünebilir. Ancak okudukça fark ediyorsunuz aslında çok fazla şey oluyor. Bir an bile başlarına olay gelmeden geçmedi. Özellikle son 100 sayfa o kadar heyecanlıydı ki. Sayfaları su gibi içtim. Okuma hızım yetmiyormuş gibi gelmeye başlamıştı. Daha hızlı okuyayım ki, hemen öğreneyim neler olacak istedim.

Son olarak kitabın Netflix de mini dizisi var. Dizi ile kitabı mahvetmişler o ayrı tabii. Kitaptaki ana olayları, Hazel'ın verdiği çoğu kararı diğer tavşanlar arasında bölmüşler. Fiver zaten kahin olarak önemli bir karakter kitapta. Ekstra rol biçilmesine gerek yoktu fazla abartı olmuş. Dizi izlemek isterseniz eğer, kötü değil sadece kitap daha güzel. Yani ÖNCE KİTAP SONRA DİZİ! :)

Bir sonraki yazıda görüşmek üzere.

Boş İşler Müdürünüzden Sevgilerle :*


O - STEPHEN KING ( TAM METİN) KİTAP YORUMU



Künye

Küçük bir Amerikan kasabası olan Derry’yi diğer kasabalardan farklı kılan şey, kanalizasyon mazgallarının altındaki dehlizlerde yaşayan, kendini kimi zaman kâbuslarda, kimi zaman da gerçek hayatta gösteren bir yaratığın, insanları kendi karanlık dünyasına çeken esrarengiz bir gücün varlığıdır. Bu korkunç yaratıkla uzun yıllar önce savaşıp ardından kasabayı terk eden ve kendilerine yeni bir hayat kurmuş olan yedi çocuk, artık birer yetişkin olmuş ve yaşadıkları dehşet dolu günleri unutmuşlardır. Ancak, anılarının derinliklerine gömülen yaratık yıllar sonra yeniden harekete geçince, onunla bir kez daha hesaplaşmak zorunda kalırlar. Geçmişte kalan kâbuslar, şimdiki zamanda korkunç bir gerçeğe dönüşmüştür artık.
Stephen King’in yazımını dört yılda tamamladığı ölümsüz başyapıtının sansürsüz ve eksiksiz metnini okurken tam da Daily Express’in tarif ettiği gibi, kendinizi O’nun karanlık dünyasında hissedeceksiniz.


Nereden Edinebiliriz?

Selaammm. Stephen King'in kült eserlerinden sayılan "O" Ingilizce adı ile "IT" yorumu ile geldim.

Derry kasabasında belirli periyotlar ile ortaya çıkan, ne olduğu bilinmeyen birisi tarafından işlenen cinayetler var. Bu cinayetler çoğu zaman sadece çocuklara yönelik olsa da katilimiz aslında çok da seçici değil. Kendisini her çocuğun korkusuna göre şekil değiştirerek gösteren doğa üstü bir canavarımız, çoğu zaman palyaço olarak gösterse de kendini aslında değişik formlara girebiliyor.

Bu yaratıktan farklı nedenlerle kurtulan 7 küçük çocuğun bir araya gelip arkadaş olması ve canavarı alt etmelerine rağmen büyüdüklerinde yeniden ortaya çıktığını öğrenmeleri üzerine Derry'e dönüp yeniden bir araya gelmeleri ile devam ediyor kitap.


Hem çocukluk halleri hem büyüyüp yeniden bir araya gelmeleri aynı anda anlatıldığı için geçmişte neler olmuş da yenmişler bu palyaçoyu, kitabın sonuna kadar anlaşılmıyor. Zaten sevgili palyaçomuzun adını bile 700 küsür sayfadan sonra öğreniyoruz. Gerçi o kadar bilinen bir eser ki palyaçonun ismini duymayan kalmamıştır. Sevgili meşhur Pennywise. 

Kitap kendini son sayfasına kadar gerçekten merakla okutuyor. Spoiler almış olun ya da olmayın merak ediyorsunuz. Ben sadece palyaçonun adını biliyordum kitaba başlarken. Hiç bir spoiler almadan başladım kitaba ki tavsiyem, siz de öyle yapmaya çalışın. Çok kalın bir kitap olmasına rağmen sayfalar su gibi akıp gidiyor. Elinizden bıraktığınızda bile aklınızdan çıkmıyor. Bir sonraki bölümde neler olduğunu merak ediyorsunuz. Zaten böyle bir kitabın bunca yıl hala liste başı olmasının temel nedeni de budur diye düşünüyorum.

Gelelim kitapta beğenmediğim yere. Sonu çok saçma geldi bana. Daha doğrusu böyle bir eserin sonunda kendimi daha faklı bir sona hazırlamıştım. Kitabın son sayfasını okuduktan sonra, "vay bee neydi o öyle," diyerek kapatacağım kapağı sanıyordum. Maalesef öyle olmadı. Sonu ile ilgili çok bir şey söylemek istemiyorum. Okuyup kendiniz karar verin diye. Eğer okursanız ve siz de "bu neydi şimdi böyle" diye sorarsanız kendinize beni hatırlayın. Yalnız değilsiniz demektir. :)

Söylemek istediğim diğer şey; filmler. Kitap filmlerden daha iyi kesinlikle. Kitabı okurken hayal ettiğim çoğu sahne filmde ya hiç işlenmemiş ya da değiştirilerek uyarlanmış. Bu hiç hoş değil.

BUNDAN SONRASI SPOILER İÇERİR. KİTABI OKUMADIYSANIZ DERHAL UZAKLAŞIN!

Son olarak Derry kasabamız ve sevgili palyaçomuz ile ilgili aklıma takılan yerlere değinip yazıyı bitireceğim.
Kitabı okuduğunuz için devam ediyorum. Bildiğiniz gibi Derry kasabası yıkılmıştı ve yok olmak üzereydi. Ama sevgili Stephen'ın daha sonra yazdığı kitaplarda ana karakterlerin yolu Derry diye bir kasabaya düşüyor, mazgallarda bir palyaço gördüklerini sanıyorlar ve yollarına devam ediyorlar. Bu da bana Pennywise'ın ya ölmediği ya da çocularının hala yaşadığını düşündürtüyor. Ve aklıma şu soru geliyor; kitaptaki 7 çocuk eskiden Pennywise 'ı yendikten sonra yavaş yavaş yaşadıkları her şeyi unuttular ve kasabaya döndükten sonra hatırlamaya başladılar. Peki her şey bittikten sonra neden büyük halleri de unutmaya başladı? Ve koca kasaba sadece Pennywise'ın sihri ile ayakta duruyorduysa demek ki bazı şeylerin nedeni onun sihiri. Acaba çocukların unutması da Pennywise sihri miydi ve aslında hiç ölmedi de sadece güçten mi düştü?




Buraya kadar okuduysanız teşekkür eder, bir sonraki yazıda görüşmek üzere kendinize iyi bakın dileklerimle giderim.

Boş İşler Müdürünüzden Sevgilerle :*