Nevermoor Kitap Yorumu


Künye 

37 DİLE ÇEVRİLDİ
Yılın En İyi Kitabı
- AMAZON - 
2018 Waterstones Çocuk ve Gençlik Kitabı Ödülü dahil yirmiden fazla ödül
“Tadına doyulmaz.”
- GUARDIAN - 
“Öğrenmenin tek yolu vardı. Jüpiter’in parkasını üzerinden sıyırıp yere attı. ‘Cesur adımlarla,’ diye mırıldandı Morrigan. Gözlerini kapadı. Ve atladı.”
Morrigan Crow lanetli. Bir çocuğun doğabileceği en şanssız günde, Zifiri Gece’de doğdu. Berbat giden havalardan kalp krizlerine, çevresinde yaşanan tüm talihsiz olayların sebebi olarak görülüyor. Daha da beteri, o gece doğmuş tüm çocuklar gibi on birinci doğum gününde ölecek... ya da ölecekti. Gece yarısına saniyeler kala, Jüpiter North adında tuhaf bir adam ortaya çıkıp kara dumandan tazıları atlatarak onu saklı şehir Nevermoor’a götürmeseydi. 
Konuşan dev kediler, cüce vampirler, Morrigan’ın hayatında görmediği kadar dostluk.… Nevermoor sihirli bir yer. Ama burada kalabilmesi için Wunderous Cemiyeti’ne kabul edilmesi şart. Bu da ejderha binmek ya da köpeklerle konuşmak gibi olağanüstü yeteneklere sahip yüzlerce çocuk arasından sıyrılıp dört zorlu imtihanı geçmesi demek. Tek bir sorun var:
Morrigan özel bir yeteneği olmadığından neredeyse emin!
“Bu sihirli kitaba akılalmaz bir ilgi var: Film anlaşması yapıldı, hakları birçok yabancı ülkeye satıldı, Harry Potter benzetmesi de cabası. Neyse ki bu inanılmaz eğlenceli macera bütün bu ilgiyi hak ediyor. Potter tutkunları, bu kitapta sevecek bir sürü şey bulacak, ama Nevermoor kendine has bir albeniye sahip.”
- OBSERVER  - 

“Tam gaz keyif; eğlenceli, sürükleyici ve çılgınca yaratıcı.”
- Katherine Rundell, GÖKYÜZÜ ÇOCUKLARI’nın yazarı - 

Okurlar, muzip karakterler ve akla kazınan maceralarla dolu bu heyecan verici dünyaya balıklama dalacak.”
 - School Library Connection - 

(Tanıtım Bülteninden

Yorum 

Morrigan Zifiri Gecede doğan talihsiz bir çocuk. Çünkü bu gecede doğan her çocuk lanetli. Kasabada olan her felaketten, birinin düşüp ayağını kırmasından, ölen bir kediden, kısaca her kötü olaydan kasabadaki lanetli çocuk Morrigan sorumlu. Ve daha önemlisi bu lanetli çocuklar yeni çağda yani doğdukları tarihten 12 yıl sonraki doğum günlerinde ölecekler. Garip bir şekilde çağ 11 yıl sonra bitiyor ve Morrigan'ın ölmesi gereken günde Jüpiter North ortaya çıkıp onu Nevermoora götürüyor.
Nevermoor bir büyü ülkesi. Orada yaşayanlardan başka ülkenin varlığını bilen yok. Morrigan burada kalabilmek için Wunderous Cemiyetine girmek zorunda. Bu cemiyette girmek için de geçmesi gereken 4 önemli sınav var. Aksi takdirde kendi Dünyasına dönmek zorunda ve eğer oraya dönerse peşindeki lanet yüzünden ölecek.


Canım arkadaşım @angelsbooks ile okuduk kitabı. Akıcı, çabuk ilerleyen ve genel hatları ile sıkmadan biten bir kitap. Oluşturdu dünya güzel. Özel yetenekli çocuklar, Harikediler, pegasuslar, ejderhalar ile gerçekten güzel bir hikaye. Sadece kitabın övgü kısmında Harry Potter vari ifadesi olmasaydı daha çok severdim. Çünkü kitabın anlatımı da aslında içinde geçtiği dünya da Harry Potter ile uzaktan yakından alakalı değil. Bu kıyaslamayı yapmadan okursanız çok daha fazla seversiniz. Kafanızı yormadan bir günde bitirebileceğiniz kitaplardan.
Beni tek rahatsız eden şey çeviri oldu maalesef. "Dağ mağ yok" "Kriz mriz yok" gibi cümleleri çeviri bir kitapta ilk defa gördüm. Gerçekten ilginç. Bir de ünvanlar çevrilmemiş, "Miss Morrigan" olarak kalmış mesela. Öylece bırakmışlar. Bir yerden sonra alışsanız da kitabın akışında sizi yoruyor sürekli bunlara denk gelmek.
Elinizde varsa okuyun derim. Yoksa da kalsın öyle bence

Boş İşler Müdürünüzden Sevgilerle :*

Covid-19 Bize Neler Yaptı? Biz Bu Hale Nasıl Geldik?


Selamlar.
Bu defa biraz içimi dökmeye, azıcık dertleşmeye geldim.

Tüm Dünya'nın içinde bulunduğu pandemik bir salgınla boğuştuğumuz şu günlerde, ülkece kısmi bir karantinadaydık. Herkes sokağa çıkma yasağı gelmesi gerektiğini düşünüyordu ve bu kitleye ben de dahilim. Peki sonuç ne oldu?

10 Nisan 2020 saat 24:00 itibari ile tüm büyükşehirler ve Zonguldak'ta 48 saatlik bir sokağa çıkma yasağı geldi. Bu yasak 10 Nisan akşamı saat 22:00 civarında duyuruldu ve sadece "Sokağa Çıkma Yasağı" başlığı ile içeriğinde hiçbir bilginin olmadığı haberler yayınlanmaya başladı. Tüm haber siteleri 'önce biz duyurmuş olalım' telaşı ile tam açıklamanın yapılmasını bile beklemeden sadece sokağa çıkma yasağının olacağını duyurdular ve "detaylar az sonra burada olacak," dediler. Peki bizim vatandaşımız o "az sonra"yı bekledi mi? Tabii ki hayır! Sokağa döküldüler. Marketlere gittiler. Sosyal mesafeyi hiçe sayarak bir karton yumurta iki ekmek için canlarını yok saydılar. Çikolata için kola alabilmek için birbilerini ezdiler. Benzin istasyonlarına akın edildi. Millet bidon bidon benzin aldı. Sokağa çıkma yasağı gelmişken üstelik. Bu durumun ne olduğunu, neden olduğunu sorgulamadan içlerinden gelen bir dürtü ile, korku ve panik ile attılar kendilerini sokağa. (Bu durumun bence nedenine biraz sonra değineceğim. )

Peki bu durumda devlet ne yaptı? Önce yasak ilan edildi dedi. İçi doldurulacak bir haberi attı ortaya birazdan açıklama yapılacak dedi. Sonra 48 saatlik bir yasak olarak haber çıktı. En son da fırın, su istasyonları, marketler, kuryeler, havalimanı çalışanlarını kapsamıyor dedi. Ama bu zamana kadar olan olmuş herkes dışarı çıkmıştı. İnsanlar evde otururken bile yakalandıkları bu virüsten korunmak için yapılan tüm önlemler ve uğraşlar boşa gitti.

Bu süreçte yaşanan olaylar bunlar. Şimdi benim içimden geçenleri anlamak istediğim kısımdayız.

Biz  bu kadar gözü dönecek hale nasıl geldik? Bir an düşünsek hatırlayacağız şu anki durumumuzun savaş nedeniyle değil bir salgın yüzünden olduğunu. Sokağa çıkma yasağı gelse bile devletin bize temel ihtiyaçlarımızı karşılaması gerekir. Biraz durup sorgulasak 1980 zamanında olmadığımızı hatırlardık. Evet belki kimse farkında değil ama o sokağa dökülen, bidon bidon benzin alanlar sanki sıkı yönetim olmuş, darbe yapılmış gibi bir korkuyla attı kendini sokaklara. Yarın ekmek bulamayacağız korkusu ile, her yer kapanacak ihtiyaçlarımızı karşılayamayacağız korkusu ile. Farkında bile değiliz. Herkes "İki gün ekmek yemesen ne olur" diyor, kola içmesen ne olur? Evet bence de iki gün bunları yapmasak olur. Ölmeyiz. Ama koronadan ölürüz. Fakat kimse bunu düşünmedi ki. Kimsenin aklına korona gelmedi. Herkes istif yapmak zorundayım diye bir dürtüye kapıldı. "Ne olursa artık, yeter ki bir şeyler alayım da" diyerek. Bu yüzden öyle saçma şeyler alındı.


Peki böyle olacağı belli değil miydi? Sonuna kadar belliydi. Bir basın açıklaması ile bakan çıkıp her şeyi tek tek anlatsaydı, süreci, bu süreçte nereler açık olacak, kimler dışarı çıkabilecek? Bunlar anlatılsaydı bu panik olur muydu? Sanmıyorum. Ve aklıma şu soru geliyor. Bu kadar çok sokağa çıkma yasağı istedik ve en sonunda belki de iş işten geçtikten sonra geldi yasak. Sonuç izdiham oldu. Biz biliyorduk böyle olacağını ondan yasak getirmiyorduk demek için miydi acaba tüm bunlar? İnsanların paniğini çok kolay geçirebilecekken hiç bir şey yapmayıp uzaktan izlemenin başka bir açıklaması gelmiyor aklıma.

Ve bu sürece maalesef bizim cahil vatandaşımız çok güzel dahil oldu. Çok güzel oyuna geldik. Canlarımızı kaybetmek pahasına üstelik.

Halbuki okusak, sadece okusak, biraz zihnimizi açsak. Çok değil biraz sorgulamayı öğrensek. Tek bir soru sormayı başarabilsek. "Neler oluyor yahu?" diyebilsek. Hadi kitap okumuyoruz bari haber okusak. Biraz bilinçlenmek için uğraşsak belki bu kadar kolay gaza gelmeyiz. Sürü olmaktan çıkar birey olmaya başlarız belki. 

Boş İşler Müdürünüzden Sevgilerle.

Sağlıklı günlere ulaşmak dileği ile...

Sis ve Öfke Sarayı Kitap Yorumu



Künye

2016 Goodreads En İyi Genç Yetişkin Fantastik Ve Bilimkurgu Ödülü Sarah J. Maas’ın “Taht Oyunları”nın yazarı George R. R. Martin’le karşılaştırmasına yol açan “Güller ve Dikenler Sarayı” dizisinin ikinci kitabı Sis ve Öfke Sarayı da yine temposu ve heyecanı hiç düşmeyen bir macera vaat ediyor. Bana bakan yüzü tanıyordum. Yüzünden akan sahteliği, umutsuzluğu, çürümüşlüğü tanıyordum. Hançeri kaldırırken elim titremedi. Kemikli omzunu sıkıca tutup karşımdaki iğrenç yüz e baktım kendi yüzüme. Ve üvez hançeri tam kalbime sapladım. Feyre, Amarantha’dan kurtulup Bahar Sarayı’na dönebildi ama bunun bedeli yüksek oldu. Her ne kadar artık Ulu Peri güçlerine sahip olsa da hâlâ bir insanın kalbini taşıyor ve Tamlin’in halkını kurtarmak için yapmak zorunda kaldıklarını unutamıyor. Gece Sarayı’nın Yüce Lordu Rhysand’la yaptığı anlaşmayı da unutmadı. Tüm bunların ortasında Feyre, iktidar çatışmaları ve tutku oyunlarının baş döndürücü hızında yapması gerekeni yapıyor.
(Tanıtım Bülteninden)


Yorumum


Selamlarr. İlk kitabı okumadıysanız yorumu okumayın derim😂😂

İlk kitabını (Dikenler ve Güller Sarayı) nefret ederek okuduğum serinin ikinci kitabına bayıldımmm. İlk kitapta Feyre Amarantha'yı yenmiş ve Yüce Lordlar tarafından ölümden geri döndürülmüştü. Sevgili Tamlin'i ile birlikte Bahar sarayına dönmüştü ve artık her şeyin mükemmel olacağını düşünüyordu. Tek pürüz Rhysand ile yaptığı anlaşmaydı. Ama ikinci kitap Feyre'nin Dağın Altında yaşadıklarından kurtulamadığı ve kabuslarının peşini bırakmaması ile başlıyor.

Kitap öyle bir döndü ki kendi içinde. Başlangıçta Tamlin neydi sonra nasıl bir karaktere döndü, Rhysand en başından beri nasıl bir maskeyle geziyormuş aslında, çok şaşırdım. Evet Rhysand'ı ilk kitapta da çok sevmiştim hatta kitabı bitirme nedenim oydu. Bana göre en baştan beri Tamlin hiçbir şey yapmayıp, birileri onun yerine olayları düzeltsin diye bekleyen bir asalak. Bu düşüncemin ne kadar doğru olduğunu Sis ve Öfke Sarayı'nın sonunda tasdik etmiş oldu kendisi. Ama Rhysand'ın böyle fedakar bu kadar anlayışlı birisi olacağını asla tahmin edemezdim. Mükemmel karakter dediğimiz her özellik kendisinde mevcut.

Kitaptaki olaylar asla durulmuyor. Hiç bir sayfasında durağan bir kısım yok. Ve o son??? Neden ya neden diye söylene söylene okudum. İlk kitaptan siz de hoşlanmadıysanız sözlerime güvenin bu kitaba bayılacaksınız.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Boş işler Müdürünüzden Sevgilerle


WATERSHİP TEPESİ KİTAP YORUMU




Künye

“Tüm dünya sizi öldürmek isteyebilir, ama önce yakalamaları gerekecek…”
Richard Adams’a Carnegie Madalyası kazandıran başyapıtı Watership Tepesi, kolonilerinden ayrılıp kendilerine yeni bir yaşam kurmaya çalışan bir grup tavşanın destansı yolculuğunu anlatıyor. Doğanın ve insanların acımasızlığıyla tavşanların dehası arasındaki bu ölüm kalım mücadelesi, gizem ve gerilim yüklü bir varoluş savaşına dönüşüyor.
Nedir yapayalnız bir koloninin hayatta kalmasını sağlayan şey; bilgi mi, güç mü, yoksa sadece şans mı? Richard Adams bir koloniyi koloni yapan şeyin ne olduğunu göstererek çözüyor bu karanlık problemi. Korkuyla umut arasında salınan, içgüdülerinizi harekete geçirecek bir kaçış öyküsü anlatıyor. Yayımlandığı günden bu yana Watership Tepesi’ni bir ziyaret merkezi haline getiren, birçok kez TV ve sinemaya uyarlanan ve farklı popüler yapımlara ilham veren, tüm zamanların en iyi 100 kitabından biri seçilen Watership Tepesi doğa ve toplumla ilişkimizi masalsı, berrak ve çarpıcı bir dille sorguluyor. 
Şimdi NETFLIX Dizisi!
Richard Adams, 1920 yılında Berkshire’da doğdu. Oxford’da tarih eğitimi aldı ve Çevre Bakanlığı’nda çalıştı. Watership Tepesi, Shardik ve The Plague Dogs kitapları okurların büyük ilgisini gördü. 1976’da yayımlandığı Watership Tepesi modern bir klasik haline geldi ve Carnegie Madalyası kazandı. Winchester Üniversitesi tarafından fahri doktora unvanına layık görülen Adams, 2016 yılında aramızdan ayrıldı.
(Tanıtım Bülteninden)

Nereden Alabiliriz


Yorum

Fiver ve Hazel iki kardeş tavşan ve Fiver'ın gelecekten görüntüler görmek gibi bir yeteneği var. Bir gün kolonilerinin başına çok kötü bir şey geleceğine dair görüntüler görür. Histerik bir halde kardeşi ile birlikte Şef Tavşana durumu anlatırlar. Ancak Şef Tavşan bu durumu, konumunu tehlikeye atar korkusu ile önemsemez ve iki kardeşi huzurundan kovar. Bu iki tavşan da ikna edebildikleri bir kaç tavşanı da yanlarına alarak koloniden ayrılıp, Fiver'ın gördüğü tepeye ulaşmak üzere yola çıkarlar. Ve mecera böylece başlar.

Benim için bu kitabın hikayesi yıllar öncesine dayanıyor. Zamanında Lost dizisi vardı. Her 90'lar çocuğunun bildiği bir Sawyer karakteri vardı. Evet ben de kendisinin hayranıydım. O zamanlar internet ortamında sosyal medya denilen bir mecra olmadığı için sevdiğimiz karekterlerin bilgilerine dergiler ve gazetelerden ulaşırdık. Bir gün bir gazetenin  kültür sanat ekinde bir başlık gördüm. "Lost karakterlerinin elinden bırakamadığı kitap". Ve o kitap Watership Down idi. O zamandan beri inanılmaz merak edip okumak istiyordum. Yıllar sonra Türkçeye çevrildiğini ama baskısının tükendiğini gördüm. Sahaf fiyatı ise inanılmaz pahalıydı. Ben de bir gün illa ki çıkacaktır diye bekledim ve Epsilon yayınlarının kitabı yeniden basması üzerine sonunda kitabıma kavuştum.

Neden bu kadar uzun anlattım? Çünkü bu kadar bekledikten ve merak ettikten sonra kitaptan beklentimin ne boyuta ulaştığını tahmin edin diye. Yorumu bu beklentinin boyutuna göre okuyun istiyorum.


İnsanların bakış açısıyla, bazen ormanlar yandığında, bir yere insani yaşam  alanları kisvesi ile çeşitli inşaatlar yapıldığında o habitatta yaşayan hayvanlar için üzülüyoruz. Bazen eylemler yapıyoruz, bir yerlerde paylaşımlar yapıyoruz ve unutuyoruz. Hissetmiyoruz. Tavşan gözü ile insanlara bakmak bana hiçbir şey öğretmese bile o canlıları hissetmeyi öğretti. Sadece bu bile kitabı okuyun demem için yeterli. Ama devam ediyorum. Kitap tavşanlar üzerinden hiyerarşik düzeni, çıkar ve güç hırsının sonuçlarını, bireysel ilişkileri de anlatıyor.

Hani böyle öğüt, öğüt kitaplar vardır ya. Her satırında bunu yapma böyle olma gibi gözüne sokar vermek istediği anlamı. Watership Tepesi kesinlikle bunun tam tersi. Öyle güzel işlemiş ki konuları alt metin okumayı seven benim gibi okurlar için kitabı okumak inanılmaz keyifli.

Uyarmak istediğim bir konu var sadece. Kitap tavşan bakışı ile anlatılıyor ve 3. kişi anlatımlı. Bu da sürekli insan alemi ile ilgili kitaplar okuyan bizler için adaptasyon sorunu yaşatıyor. İlk yarıda size kitap çok durağan gelebilir. Bana da öyle gelmişti. Hiçbir şey olmuyormuş ya da çok yavaş ilerliyormuş gibi görünebilir. Ancak okudukça fark ediyorsunuz aslında çok fazla şey oluyor. Bir an bile başlarına olay gelmeden geçmedi. Özellikle son 100 sayfa o kadar heyecanlıydı ki. Sayfaları su gibi içtim. Okuma hızım yetmiyormuş gibi gelmeye başlamıştı. Daha hızlı okuyayım ki, hemen öğreneyim neler olacak istedim.

Son olarak kitabın Netflix de mini dizisi var. Dizi ile kitabı mahvetmişler o ayrı tabii. Kitaptaki ana olayları, Hazel'ın verdiği çoğu kararı diğer tavşanlar arasında bölmüşler. Fiver zaten kahin olarak önemli bir karakter kitapta. Ekstra rol biçilmesine gerek yoktu fazla abartı olmuş. Dizi izlemek isterseniz eğer, kötü değil sadece kitap daha güzel. Yani ÖNCE KİTAP SONRA DİZİ! :)

Bir sonraki yazıda görüşmek üzere.

Boş İşler Müdürünüzden Sevgilerle :*


O - STEPHEN KING ( TAM METİN) KİTAP YORUMU



Künye

Küçük bir Amerikan kasabası olan Derry’yi diğer kasabalardan farklı kılan şey, kanalizasyon mazgallarının altındaki dehlizlerde yaşayan, kendini kimi zaman kâbuslarda, kimi zaman da gerçek hayatta gösteren bir yaratığın, insanları kendi karanlık dünyasına çeken esrarengiz bir gücün varlığıdır. Bu korkunç yaratıkla uzun yıllar önce savaşıp ardından kasabayı terk eden ve kendilerine yeni bir hayat kurmuş olan yedi çocuk, artık birer yetişkin olmuş ve yaşadıkları dehşet dolu günleri unutmuşlardır. Ancak, anılarının derinliklerine gömülen yaratık yıllar sonra yeniden harekete geçince, onunla bir kez daha hesaplaşmak zorunda kalırlar. Geçmişte kalan kâbuslar, şimdiki zamanda korkunç bir gerçeğe dönüşmüştür artık.
Stephen King’in yazımını dört yılda tamamladığı ölümsüz başyapıtının sansürsüz ve eksiksiz metnini okurken tam da Daily Express’in tarif ettiği gibi, kendinizi O’nun karanlık dünyasında hissedeceksiniz.


Nereden Edinebiliriz?

Selaammm. Stephen King'in kült eserlerinden sayılan "O" Ingilizce adı ile "IT" yorumu ile geldim.

Derry kasabasında belirli periyotlar ile ortaya çıkan, ne olduğu bilinmeyen birisi tarafından işlenen cinayetler var. Bu cinayetler çoğu zaman sadece çocuklara yönelik olsa da katilimiz aslında çok da seçici değil. Kendisini her çocuğun korkusuna göre şekil değiştirerek gösteren doğa üstü bir canavarımız, çoğu zaman palyaço olarak gösterse de kendini aslında değişik formlara girebiliyor.

Bu yaratıktan farklı nedenlerle kurtulan 7 küçük çocuğun bir araya gelip arkadaş olması ve canavarı alt etmelerine rağmen büyüdüklerinde yeniden ortaya çıktığını öğrenmeleri üzerine Derry'e dönüp yeniden bir araya gelmeleri ile devam ediyor kitap.


Hem çocukluk halleri hem büyüyüp yeniden bir araya gelmeleri aynı anda anlatıldığı için geçmişte neler olmuş da yenmişler bu palyaçoyu, kitabın sonuna kadar anlaşılmıyor. Zaten sevgili palyaçomuzun adını bile 700 küsür sayfadan sonra öğreniyoruz. Gerçi o kadar bilinen bir eser ki palyaçonun ismini duymayan kalmamıştır. Sevgili meşhur Pennywise. 

Kitap kendini son sayfasına kadar gerçekten merakla okutuyor. Spoiler almış olun ya da olmayın merak ediyorsunuz. Ben sadece palyaçonun adını biliyordum kitaba başlarken. Hiç bir spoiler almadan başladım kitaba ki tavsiyem, siz de öyle yapmaya çalışın. Çok kalın bir kitap olmasına rağmen sayfalar su gibi akıp gidiyor. Elinizden bıraktığınızda bile aklınızdan çıkmıyor. Bir sonraki bölümde neler olduğunu merak ediyorsunuz. Zaten böyle bir kitabın bunca yıl hala liste başı olmasının temel nedeni de budur diye düşünüyorum.

Gelelim kitapta beğenmediğim yere. Sonu çok saçma geldi bana. Daha doğrusu böyle bir eserin sonunda kendimi daha faklı bir sona hazırlamıştım. Kitabın son sayfasını okuduktan sonra, "vay bee neydi o öyle," diyerek kapatacağım kapağı sanıyordum. Maalesef öyle olmadı. Sonu ile ilgili çok bir şey söylemek istemiyorum. Okuyup kendiniz karar verin diye. Eğer okursanız ve siz de "bu neydi şimdi böyle" diye sorarsanız kendinize beni hatırlayın. Yalnız değilsiniz demektir. :)

Söylemek istediğim diğer şey; filmler. Kitap filmlerden daha iyi kesinlikle. Kitabı okurken hayal ettiğim çoğu sahne filmde ya hiç işlenmemiş ya da değiştirilerek uyarlanmış. Bu hiç hoş değil.

BUNDAN SONRASI SPOILER İÇERİR. KİTABI OKUMADIYSANIZ DERHAL UZAKLAŞIN!

Son olarak Derry kasabamız ve sevgili palyaçomuz ile ilgili aklıma takılan yerlere değinip yazıyı bitireceğim.
Kitabı okuduğunuz için devam ediyorum. Bildiğiniz gibi Derry kasabası yıkılmıştı ve yok olmak üzereydi. Ama sevgili Stephen'ın daha sonra yazdığı kitaplarda ana karakterlerin yolu Derry diye bir kasabaya düşüyor, mazgallarda bir palyaço gördüklerini sanıyorlar ve yollarına devam ediyorlar. Bu da bana Pennywise'ın ya ölmediği ya da çocularının hala yaşadığını düşündürtüyor. Ve aklıma şu soru geliyor; kitaptaki 7 çocuk eskiden Pennywise 'ı yendikten sonra yavaş yavaş yaşadıkları her şeyi unuttular ve kasabaya döndükten sonra hatırlamaya başladılar. Peki her şey bittikten sonra neden büyük halleri de unutmaya başladı? Ve koca kasaba sadece Pennywise'ın sihri ile ayakta duruyorduysa demek ki bazı şeylerin nedeni onun sihiri. Acaba çocukların unutması da Pennywise sihri miydi ve aslında hiç ölmedi de sadece güçten mi düştü?




Buraya kadar okuduysanız teşekkür eder, bir sonraki yazıda görüşmek üzere kendinize iyi bakın dileklerimle giderim.

Boş İşler Müdürünüzden Sevgilerle :*


Kalın Do'ya Dikkat! Pes Etmek Yok! Müzik Günlüğüm #3





Merhabalar. Flüt öğrenme aşamalarında her notayı yavaş yavaş geçtiniz ve sonunda kalın do notasına geldiniz. Ama o da ne ses çıkmıyor?! Sakin olalım, normal. :)





Öğrendiklerimden yola çıkarak yazdığım yazılarda bu defa en zor notayı anlatmak istedim. Ve o  da kalın do notası. Yan flütte en zor çıkan ses. Hatta gerçekten ilk üflediğimde sadece üfleme sesimi duyup asla nota sesi duyamadım. Ama zamanla gün gün sadece Do notası çalışarak yavaş yavaş bir ses duymaya başladım artık. Bence bu notada güçlü bir diyaframınız olması gerekiyor. Bunun için de flüt üflemeye başlamadan önce diyafram egzersizleri yapılmalı. Egzersizi yaptınız flüt ısınana kadar boş nota üflediniz, sıra geldi notayı çalmaya.

Kalın do notası adı gibi kalın bir üfleme istiyor. Nasıl mı? Nefesimizi eğer hızlı bir şekilde üflersek ince ve soğuk bir ses elde ederiz. Ama yavaş üflersek hem kalın hem de sıcak bir nefes elde ederiz. Yani notaya üflerken  nefesinizi diyaframdan yani karın bölgenizden (en kabaca tabirle) alın ve mümkün olduğunca yavaş üflemeye çalışın.

Son tavsiyem eğer uzun süre uğraştınız ama nota çıkmıyorsa "mi" ve "re" notası ile birlikte hatta "fa, mi re, do" notalarını kombinasyon yaparak çalışın. Böylece ister istemez her bir nota aşağı indiğinizde nefesiniz yavaşlayıp kalınlaşacaktır. Bende öyle oldu en azından.

Umarım işinize yarar. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere.

Boş İşler Müdürünüzden Sevgilerle :*

Yan Flüt Çalışması Tavsiyelerinde Bugün - Ellere ve Dudaklara Dikkat || Müzik Günlüğü #2



Sıradaki tecrübem eller. =) Ellerinize kramp girebilir. Parmaklarınız yeter artık diye imdat çığlıkları atmaya başlayabilir. Çünkü flüt bir süre sonra gerçekten çok ağır hissettiriyor. El kaslarımız ise bu ağırlığı uzun süre taşımaya alışık olmadığı için kramp girebilir ya da ciddi ağrılara neden olabilir. Peki ne yapıyoruz tabii ki yılmıyoruz. Kaslar zamanla kendini toparlayacak ve kramplar azalacaktır. Ayrıca flütün en büyük ağırlığını sol el işaret parmağımız taşıyor bu nedenle işaret parmağınızın eliniz ile birleştiği yerdeki kemik bir süre sonra ağrımaya ve bu bölge çürüyerek morarmaya başlayabilir. Bunun da çözümü çok basit. Tek yapmanız gereken parmağınızın alt kısmına pamuk sarıp bir bant yardımı ile parmağınıza iyice yapıştırmanız. Böylece flüt parmağınıza temas etmeyeceği için morarmayacak ve pamuk flütün ağırlığını parmağınızdan alacak. =)

Diğer bir konu dudaklar. Sürekli nefesinizi dışarı üflediğiniz için dudaklarınız kuruyabilir, çatlayabilir. Tavsiyem dudak nemlendiricinizi yanınızda bulundurun. Eğer yoksa en kısa zamanda temin etmenizi öneririm. Ben Bepanthol Dudak Bakım Kremini kullanıyorum. 




Şimdilik bu kadar. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere kendinize iyi bakın. =)

Boş İşler Müdürünüzden Sevgilerle :*

Yan Flüt Öğrenmeye Başladım || Müzik Günlüğü #1

Uzun bir süredir yazı yazmıyordum ve bir şeyler yazmayı özlemişim. Yeni bir konseptle döneyim dedim. Evet yan flüt öğrenmeye başladım. Herhangi bir kursa gitmiyorum evde kendi kendime öğrenmeye çalışıyorum.


Yaşadığım her şeyi adım adım yazmak istiyorum. Belki benim gibi öğrenmek isteyen olursa yavaş yavaş tecrübelerimi yazarak, ilerde insanlara bakabilecekleri bir kaynak vermiş olurum diye düşündüm. 

Gelelim şu ana kadar yaşadıklarıma. Öncelikle flüt seçiminde çok zorlandım. Çünkü ne almam gerektiğine dair hiçbir fikrim yoktu. İnternette çok fazla fiyat skalasında inanılmaz fazla flüt var. Ben de baktım kendim karar veremiyorum bir müzik stora gittim. Oradaki insanlara flüt çalmak (aslında üflemek ama böyle söylemek çok zor o yüzden çalmak yazacağım her seferinde) istediğimi ama hangi flütü almam gerektiğine dair bir fikrim olmadığını söyledim. Onlardan öğrendiklerimi buraya yazayım şimdi;

Öncelikle flütün Nikel mi Gümüş mü olması gerekir?

Bir flütün gümüş oranı arttıkça çıkardığı ses kalitesi güzelleşir. Ancak uygun fiyatlı bir flüt alacaksanız gümüş oranı zaten çok düşük olacağından nikel ile gümüş arasında ses kalitesinde fark olmaz. Ama gümüş kaplama pırıl pırıl parlayarak göze çok daha güzel görünür. Ve tabi ki flütü ağzımıza dayadığımız için gümüş sağlık açısından daha iyidir.

Hangi marka olmalı?

Uygun fiyatlı flütler içinde marka çok etkili değildir ve eğer yeni başlıyorsanız flüte, ilk etapta çok pahalı bir marka almanıza gerek yok. Çünkü başlangıç olarak amacımız flüte alışmak neyin ne olduğunu öğrenmek. Biraz daha iyi çalmaya başladığımızda daha kaliteli bir flüt alıp yıllarca kullanabiliriz.

Ben flütümü internetten aldım. Markası Silver SFL-190ES. Ses kalitesi açısından bir sorunu yok. Gümüş kaplama flütler içinde bulabildiğim en uygun fiyatlı ve en olumlu yorum alan flüt buydu ve ben henüz iki günlük bir çalışma ile memnun olduğumu söyleyebilirim. Tabii önemli olan ilerleyen zamanlarda neler olacağı.

Flütü hemen çalmaya başlayabilir miyiz?

Aslında ben daha flütü almadan elime geçer geçmez güzel güzel ses çıkartırım hemen notaları öğrenmeye başlarım sanıyordum ama kesinlikle öyle değil. Flüte ilk üflediğimde asla ses çıkmadı. O kadar üzüldüm ki. Yanlış flüt aldım diye düşündüm. Ama sonra anladım ki flüte üfledikçe ses çıkartabiliyorsunuz. Öncelikle sadece ağız kısmı ile ses çıkartmaya çalışıyorsunuz sonra parçaları birleştirmeye geçiyorsunuz. Bu adımı atlamayın. Ağız kısmı ile mümkün olduğunca çok çalışın yoksa flütü birleştirdiğinizde yine ses çıkmayacak ve yine üzüleceksiniz. İnanın tecrübe konuşuyor :)

Flüt çalışırken hangi kaynaklara bakmalıyız?

Youtube’da hem Türkçe hem İngilizce videolu kaynaklar var. Bence çok yardımcı oluyorlar. Ben herhangi bir kitap almadım şu aşamada. Video izleyerek ilerliyorum. Türkçe kaynak olarak Gümüş Akor kanalı gerçekten çok kaliteli. Adım adım yapmanız gerekeni anlatıyor. İngilizce kanal ise The Flute Practice. Size tavsiyem hangi hocayı dinliyorsanız o hocanın dediklerini atlamadan harfiyen yapın. Zaten siz atlamak isteseniz bile flüt size izin vermeyecektir :)

Dediğim gibi şu anda çok başındayım. Henüz iki gündür çalışma yapıyorum. Ve şimdiye kadar öğrendiklerimi paylaşmak istedim. Her tecrübemi ilerleyen günlerde adım adım buraya da aktarmaya niyetliyim.

Bir sonraki yazıda görüşmek üzere kendinize iyi bakın =)

Boş İşler Müdürünüzden Sevgilerle :*

Veyl - Öznur Yıldırım (Yabancı #2) || Kitap Yorumu


Seri Adı/ Sıralaması: Yabancı #2
Yayınevi: Pegasus Yayınları
Yayın Tarihi: 14 Şubat 2017
Sayfa Sayısı: 600
Goodreads Puanı: 4,52
Benim Puanım: 4

Tanıtım

Tanrı, şeytanın inini cennete sakladı.

Kahverengi gözleri bana kabuk bağlamış yaraları anımsatan küçük bir kız çocuğu tanıdım. Onu parçaladım, mahvettim, yok ettim. Onu korudum, kurtardım, var ettim. Zihnimi durduramadım. Bir rüzgâr esti ve tavandaki lamba uğursuz bir ses çıkararak yavaşça sallandı. Gökyüzümü kara bulutlar kapladı, yağmur yağdı. Terk edilmiş bir kasabada geceler kimsesizdi, güneş yok oldu, ay sabah olunca doğdu. Boş bir arazide bir yel değirmeni döndü, döndü, döndü… 

Sonra sana bir masal anlattım. 

Ve seni ölüm uykusuna yatırdım.

Yorumum

Bu serinin benim için önemi çok farklı. İçinde ne tarz bir kurgu barındırırsa barındırsın, nasıl hatalar olursa olusun Doğa benim için tüm karakterler içinde en ayrı yerde olan karakter. Kitaplığımda kaç yüz kitap var ve bana deseniz ki içinden sadece bir karakter seç ve o karakter seni en yansıtan karakter olsun. Bir an bile düşünmem ve Doğa derim. Doğa ile aynı şeyleri yaşamadım tabii ki. Harika bir babam ve mükemmel bir annem var. Ayrıca tek çocuğum ben. Bu yüzden biliyorum ki Doğa ne yaşamış olursa olsun yada yaşadığı kötülükleri yaşamamış olsa da farklı bir insan olmazdı. O onun karakteri. Kendimden biliyorum :) Yani Doğa'nın benim için yeri çok farklı.

Gelelim kitaba. Yine çok fazla mantık hatası vardı. Mesela yılbaşı başlı başına bir olaydı. Kutay niye geldi niye gitti? Ne olursa olsun küsmediği, kavga etmediği birine veda etmeden, bir açıklama yapmadan pat diye gitmez bizim insanımız. Gittiyse eğer diğer insan ilk olarak acaba kırıldı mı o yüzden mi gitti der. Bir arar, sorar. Tamam Ediz izin vermezdi belki aramasına ama insan bir teşebbüs eder. İsterse her şeyi kabul ettirebiliyor bunu mu yapamayacaktı? Sonra Egemen olayı var. Telefonla konuştular. Egemen dedi ben Hatay'a dönüyorum. Doğa görüşmeden gitme dedi. Sonra konuşuruz diye telefonu kapattılar ve bitti. Egemen puf. Ne oldu çocuğa? Sonrasında gelişen olaylardan dolayı görüşememiş olsan anlarım ama insanın aklına da mı gelmez? En azından Egemen havaalanında arasaydı. Ben gidiyorum deseydi. Ya da Doğa arayıp Egemen gelemiyorum deseydi. Bir şey olsaydı yani. 
Sonra kitaptaki mekanlar da sorun. Nerede olduklarını anlayamıyoruz. Mesela Doğa yaralandıktan sonra hani bir şeyler oldu Doğa acı çekti filan sonra Doğa gözünü bir evde açtı. O ev nerede? 20 sayfa sonra öğrendik hala Denizli'delermiş. Kitabın sonlarına doğru wattpaddeki son bölümü okuduk. Neyse Doğa evden çıktı üzgün, rüyalar filanlar gördü, gözünü yine bir evde açtı ama o ev neresi? 5 sayfa sonra öğrendik yine Dağ evine dönmüşler.
Ayrıca bunların doğaüstü güçleri filan var herhalde. Yaralanıyorlar ama o yaralar ertesi gün geçiyor. Şöyle bir durum var; yaralanıyor ama yaralandıktan sonra üst üste bir sürü olay oluyor tabi yaralanamdan sonra biz yaklaşık 50 sayfa okuyoruz ama gün geçmiyor ki. Fazla olay oluyor ama zaman aynı gün. Yaralandığı gecenin sabahı yada yaralandığı günün gecesi ama o yara unutulmuş gitmiş bitmiş. Ne iz kalmış ve acı. Ya kızı dövdüler 2 gün sonra hiç bir şey yokmuş gibi bir sürü olay yaşadı. Ediz'in kafasında şişe patladı üstüne gitti elini cama vurdu camı kırdı bir gün sonra hiç bir şey yokmuş gibi devam. Bir kere baktılar sadece yaralara. Sonra yok o yaralar. 
Ve son olarak beni rahatsız eden şey; çok fazla duygu betimlemesi var. İnsanlardan, mekanlardan, olaylardan çok duygu okuyoruz kitapta ama bir süre sonra yeter dedirtiyor insana. Tamam güzel çıkarımlar yapıyorsun, harika duygu betimlemesi yapıyorsun buna lafım yok ama fazlası da göze batıyor. 

Bunlar geliştirilmesi gereken ve üçüncü kitapta artık olmaması gerektiğini düşündüğüm hatalar. Kitabı yerden yere vurmak gibi bir niyetim yok zira Yabancı serisi benim için çok mükemmel bir seri. Yazarla ilgili söyleyebileceğim tek şey; harika bir kalemi olduğu. Kendini geliştirir, yapıcı eleştirileri dikkate alırsa ülkemizin önemli yazarları arasına girebilir. Biz de doya doya okuruz kitaplarını.

Kitabın son 70 sayfasına kadar zaten wattpad'de okuduğumuz kısım. Yani okuduğum kitabı yeniden okudum. Ama yine olsa yine okurum.

Alıntılar 

Ben anılarımın zamanıydım; ben ilerledikçe onlar yaşlanıyordu... Ve ben zamanın bir anısıydım; o ilerledikçe yaşlanıyordum, tıpkı çocukluğumla karşı karşıyayken çocuk olmadığım gibi...

O, midyelerin içinde inciler değil de yangınlar taşıyan deniz gibiydi; cennete sızan kötülük, cehenneme düşen iyilik gibiydi. Araf gibiydi. 

Nefesi toprak gibiydi; beni onunla yaşatacaktı, daha sonra üzerime örtülerek bana mezar olacaktı.

Hep inandığım bir şey vardı; hüzünlü bakışların çaresizliğin belirtisi olduğunu düşünüyordum ama sert bakışlar... Asıl yardım çığlıkları sert bakışların altına gömülüydü.

Kimsesizlikten mi kaçıyordum, yoksa kaçtığım yine kendim miydim? Ama zaten ben kimsesizlik değil miydim?

İçimdeki Doğa canını dişine takarak önümüzdeki duvarların önüne tuğlalardan yeni bir duvar örüyor, duvarın kalınlığını arttırıyordu. Sanki böyle olunca acıyı engelleyebilirmişiz gibi.

Ediz Çağıran içimde öyle büyük bir yer kaplamıştı ki yokluğu, düşenin dibine kırk yıl sonra ulaşabildiği, içinde kan ve yanıklar bulunan cehennem vadisi Veyl gibiydi.

Dünyamdaki Yeri


Yabancı - Diana Gabaldon (Outlander #1) || Kitap Yorumu


Orijinal Adı: Outlander
Seri Adı/Sıralaması: Outlander #1
Yayınevi: Epsilon
Sayfa Sayısı: 838
Yayın Tarihi: 2010
Goodreads Puanı: 4,2
Benim Puanım: 5


Tanıtım


Eşsiz bir hikâye anlatımı... Unutulmaz karakterler... Zengin tarihi detaylar...
İşte bunlar Diana Gabaldon'ın romanlarına damgasını vuran en büyük özellikler.

Yayınlanır yayınlanmaz New York Times gazetesinin en çok satan kitaplar listesine hızlı bir giriş yapan Yabancı serisi, eleştirmenlerin büyük övgüsünü kazandı ve milyonlarca okuyucuyu etkisi altına aldı. Serinin başlangıç kitabı olan ve heyecanlı bir macera ile bir aşk hikâyesini başarıyla harmanlayan bu büyüleyici ve tutku dolu romanda olağanüstü iki karakterle tanışıyoruz;
-Claire Randall ve Jamie Fraser.-

Sene 1945. Eski bir savaş hemşiresi olan Claire Randall, evine dönmüştür. Tekrar bir araya geldiği eşiyle ikinci bir balayına çıkar. Salisbury Düzlüğü'nde bulunan tarihi taş çemberini ziyaret ederler. Bu taşlardan birine dokunan Claire birden kendini, savaş yüzünden yıkılmış ve gruplaşmış sınır baskınlarına maruz kalan İskoçya'da bir yabancı olarak bulur. Sene 1743'tür.
Anlayamadığı güçler tarafından zaman içinde geçmişe savrulan Claire, hayatı için tehdit oluşturabilecek mülk sahipleri ve casusların arasına düşmüştür. Cesur bir İskoç savaşçısı olan James Fraser, Claire'e öyle sınırsız bir aşk sunar ki, genç kadın sadakat ve tutku gibi iki zıt duygunun arasında sıkışıp kalır. Farklı zamanlarda yaşayan ve hiç ortak özellikleri olmayan bu iki adam arasında bir seçim yapması gerekmektedir.


Yorumum

1945’de bir savaş hemşiresi Claire, kocası Frank’in soyağacını araştırmak istemesi üzerine ikinci balayı niyetine İskoçya’ya giderler. Bir gece yapılan bir pagan ayinini gizlice izledikten sonra ayinin yapıldığı taşlarda gördüğü bir çiçeği incelemek için taşların olduğu yere giden Claire bazı sesler duyar ve büyük taşa dokunur. Kendini 1743 İskoçyasında bulan Claire entrika, yalan, yobazlık ve savaş içinde kalmış bir yerde hayatta kalmaya ve en önemlisi dokunduğu taşa tekrar gidip kendi çağına dönmek için uğraşır.

Uzun zamandır listemde olan ve okumaya gerçekten çok korktuğum bir kitaptı Yabancı. Çünkü uzun bir seri ve her kitabı ansiklopedi boyutlarında. Ama aslında en önemli nedeni bu kadar sayfa okuduktan sonra kitabı sevememe ihtimalimdi. Ama çekincelerim boşunaymış. Kitap hem çok akıcı hem de gerçekten harika bir kurgu ile ilerliyor.

Başlarda hem yazarın diline hem oluşturduğu evrene alışmak zor oluyor. Daha sonra kullanılacağı için yazar ilk bölümlere tarihi bilgiler serpiştirmiş. Bu da hem akılda tutmak açısından hem de kitabın akıcılığı açısından başlarda zor oluyor. Ama dediğim gibi alışıyorsunuz ve kitap mükemmel bir şekilde ilerliyor. Yazar kitabın temelini ağır ağır tek tek taşları ekleyerek oluşturmuş. Daha ilk sayfalarda baya iyi kurgulanmış üzerinde çok düşünülmüş bir kitap okuyacağınızı hissediyorsunuz.
Karakterlere gelince Jamie ve Claire harika bir çiftler. Ve çok güzel uydular birbirlerine bence. Claire bana göre çok güçlü bir karakter zira ben olsam bir gün hayatta kalamazdım. Zorla evlendirildiler ama zaten Jamie belli dünden razı. Claire de yavaş yavaş sevdi ve bu benim hoşuma gitti.

Jamie sen ne mükemmel bir karaktersin ya. Mükemmel bir arkadaş, dost, aşık, koca. Claire için feda ettikleri, onu koruması, üstelik çocukça halleri, muzip dili. Daha ne diyeyim ya. Harika bir şey.
Kitapta beni üzen tek şey Frank’di. Öyle harika bir kocanın, bir anda karısının kaybolasıyla uğraşmak zorunda kaldığını düşününce kitapta hep “acaba o ne yapıyor” diye düşündüm. Claire zor da olsa buldu mutluluğu. Hem de Jamie’yi buldu ama o adamcağız ne yapıyor acaba oralarda diye düşündüm.


Kitap kesinlikle favorilerim arasında. Ben evirir çevirir okurum bu kitabı. Şimdi kitap bittikten sonra diyorum ki iyi ki bu kitap seri, iyi ki devam kitabı da uzun uzun yazılmış. Belki ancak doyarım Jamie’ye. O da belki tabii. Doyabilirsem. 

Dünyamdaki Yeri


Her Şey Bitti Derken - Katja Millay || Kitap Yorumu


Orijinal Adı: The Sea of Tranquility
Yayınevi: Neo Kitap
Yayın Tarihi: Temmuz 2014
Türü: Genç Yetişkin
Sayfa Sayısı: 496
Goodreads Puanı: 4,36
Benim Puanım: 5


Tanıtım

Bazen kurtuluş için aşkı seçmek gerekir...
Nastya tam 450 gündür konuşmuyorsa, gülmüyor ve ağlamıyorsa,
bir bildiği olmalı;
bazı günler sadece öfkesiyle ayakta durabiliyorsa, 
bir umudu olmalı; 
ayakları onu dönüp dolaşıp Josh’a götürüyorsa,
bir nedeni olmalı;
ve tam 450 gün sonra yeniden konuşmaya karar veriyorsa, 
söyleyecekleri olmalı. 
Josh hayatındaki herkesi teker teker kaybediyorsa,
bunun bir açıklaması olmalı;
etrafında görünmez bir güç kalkanıyla dolaşıyor, herkesten kaçıyorsa, 
bir derdi olmalı;
ve kasabaya yeni gelen kıza Günışığım diyorsa,
bir sırrı olmalı.
Her Şey Bitti Derken, hayat denen yapbozun parçalarını bir arada tutan şeyin sevmek olduğunu bilenlerin, bir de günün en karanlık saatinde çıkagelip, “Her şey bitti demek için çok erken” diyecek bir günışığını bekleyenlerin hikâyesi.

“Baştan sona heyecan dolu, duygusal bir yolculuk. Benim için tartışmasız yılın en iyi kitabı.”
Colleen Hoover

“Çarpıcı bir ilk roman. Her Şey Bitti Derken yüreğimi çaldı, nefesimi kesti, canımı yaktı. Katja Millay’in lirik anlatımına kapılmamak imkânsız.”
Ann Aguirre

“Her Şey Bitti Derken, kitapların eğlendirmekten çok daha fazlasını yapabildiğini hatırlatan bir roman. Katja Millay’in sözcükleri duygularınızı saklandıkları yerden çıkaracak, zihninizi ele geçirecek ve sonunda ayrılmaz bir parçanız olup çıkacak.”
Tough Critic Book Reviews

Yorumum

Hani bazı kitaplar vardır insanın hayatında. Yıllar sonra bile her sahnesini hatırlarsınız. Diğer kitaplardan o kitaptan esintiler bulursunuz. Belki başkaları için sıradadır, belki klişedir ama sizin içinize işler. Bırakamazsınız. Geçip gidemezsiniz. Yıllar yıllar sonra kitaplığınıza baktığınızda gözünüz o kitaba kayar, tekrar hatırlarsınız her cümlesini, satırlardan size ulaştırmayı başardığı her duyguyu. Tekrar tekrar hissedersiniz. 💖

Benim için böyle kitapların arasına girdi Her Şey Bitti Derken. Ne kadar güzel olduğunu anlatmak için aklıma başka kelimeler gelmiyor. Acı dolu, aşk dolu, arkadaşlık, dostluk dolu bir kitap. Öyel çok sevdim ki. Öyle çok hüzünlendim ki. Öyle heyecanlandırdı ki kitap beni şimdi bana bu duyguları yaşattığı için minnettarım yazara. 😍

Her sayfası heyecanlı asla sıkmayan gerçekten insanın yüreğine dokunan bir kitap. Bildiğim kadarıyla internet sitelerinde tükenmiş görünüyor ama ikinci el kitapçılarda rastlıyorum kitaba. Zaten ben de öyle aldım. İyi ki almışım. İyi ki okumuşum. 

Son olarak çeviri çok kötüydü. Böyle özentisiz böyle saçma bir çeviri olabilir mi ya? Ayrıca o kapak kitapla ne alaka? O çocuğun boynu niye öyle 90 derecelik açıyla duruyor? O kızın kitaptaki kızla ne alakası var? Neyse bunlar bile kitabın mükemmeliğini engelleyememiş siz düşünün artık ne kadar güzel olduğunu. 😉😊

Dünyamdaki Yeri


Google'ın Yeni Blog Paneli






Resmen güzelim site panelini rezil etmişler. Bazı şeyler olduğu gibi kalmalı. Zaten güzel olan bir şeyi değiştirmeye çalışırsanız böyle olur. Bu nasıl bir ara yüzdür ya. Ne güzel blog sayfasına ilk gidiğimizde tüm blog yayınları görünüyordu. Kendi bloğunuzun toplam sayfa görüntülenmesine bakabiliyordunuz. Bu nedir şimdi? Açar açmaz Kayıtlar sayfasına giriyor. Tüm blogların olduğu sayfa ayrı bir yerde ve çok saçma bir şekilde görünüyor. Hiç beğenmedim.

Umarım en kısa zamanda daha kullanışlı bir panelle geri dönerler. Zira bu gerçekten olmamış. :(

Kimyager - Stephenie Meyer || Kitap Yorumu


Orijinal Adı: The Chemist
Yayınevi: Epsilon
Kategori: Macera-Gerilim-Polisiye
Yazar: Stephenie Meyer
Sayfa Sayısı: 590
Çıkış Tarihi: Kasım 2016
Goodreads Puanı: 3,76
Benim Puanım: 3


Tanıtım

“Meyer, tansiyonu hiç düşürmeden ve bilgi akışını kontrol altında tutarak okurun merakını ustalıkla, kitap boyunca en yüksek seviyeye çıkarmayı başarıyor… İnsanlar sadece Meyer’in kitaplarını okumak istemiyor; kitabın içine girip orada yaşamak istiyorlar.”
—Lev Grossman, Time

“Meyer ışık saçan bir berraklıkla yazıyor, okurların ve paylaştıkları düşün arasına asla girmiyor…

O gerçek bir cevher.”
—Orson Scott Card, Ender Serisi yazarı

“Meyer, gösterişli üslup geleneklerinden ziyade ilişkilerle ilgileniyor…

Verdiği olumlu hayat dersi insanı yatıştırıyor.”

—Jeff Giles, Entertainment Weekly

“Stephenie Meyer romanlarını okumuyor, ilginç ve gerçekçi karakterleriyle birlikte adeta yaşıyorsunuz. Meyer okuyucuyu karakterlerin hayatına öyle bir sokuyor ki, onlar için duyduğunuz merak ve endişe bir noktada çaresizlik seviyesine ulaşıyor.”

—Ridley Pearson, White Bone yazarı

Yorumum

Eski bir Amerikan ajanı olan kahramanımız çok gizli bir bilgiyi öğrendiği için öldürülmeye çalışması üzerine hükümetten itinayla kaçmaktadır. Bir gün eski iş arkadaşı onun izini bulur ve bir davada yardıma ihtiyacı olduğunu, işlerin değiştiğini söyleyen bir e-posta gönderir. Görev sırasında kahramanımız yanlış hedefe yönlendirildiğini fark edince olaya bir üçüncü kişi daha dahil olur ve hep beraber kaçamaya başlarlar. Olay bu. Bu kadar. Başka bir şey yok.

Yüzyılın hayal kırıklığıyla karşı karşıyayım. Başka bir yazardan okusaydım bu kitabı belki bu kadar eleştirel olmazdım ama sen Stephenie Meyer'sin ya bu nedir? Hayır, bu nedir? Bu kitabı Stephenie Meyer mi yazdı yani?? Hiç inandırıcı değil. Ya sen ki Alacakaranlık serisini yazıp vampirler arasında yeni bir çağ başlatmışsın. Bakınız mesela bir Drakula bir Edward. Var mı bildiğiniz ilk aklınıza gelen başka vampir? Benim yok. Sonra gitmiş Göçebe gibi "genç yetişkin" türünden sayılan ama benim türünü çözemediğim kitabı yazmışsın. Var mı Göçebe gibi bir genç yetişkin kitabı? Önce vampirlere inandık, sonra en gerçekçi ve duygusal uzaylı hikayesini okuduk. 

Peki bu ne böyle? Ne betimlemeler doğru düzgün yapılmış, ne olayların geçtiği mekanlar üzerinde düşünülmüş ne de tıbbi terimlere yeterince yer verilmiş. Kitabın adı Kimyager ama kimya olarak bir şey var mı derseniz, yok. Kız elinde şırıngayla dolaşıyor ama o şırıngada nasıl bir kimyasal var? Neden onu kullandın? Ne işe yarıyor? Yüzükleri, küpeleri kolyeleri ölümcül ama nasıl? Sadece ölümcül. Dokunma ölürsün. Ama nasıl? Bunlar o kadar üstünkörü geçilmiş ki. Aksiyonu az, olaylar sıradan. Klişe diyemem ama sanki klişe olmasın diye uğraşıp hikayenin sıradanlaşmasını engelleyememiş. Uzun, sıkıcı ve basit. Kitapla ilgili söyleyeceğim başka bir şey gelmiyor aklıma. 

Konusu aşk olmayan bir kitabın içinde ki tek güzel şey aşksa ben daha ne diyeyim? Kitabın türü macera/gerilim/polisiye diye geçiyor??? Ne bir macera ne bir gerilim ne de polisiye var. Bu kadın aşk romanı yazsın ya. 

Dünyamdaki Yeri 


Fantastik Canavarlar Nelerdir Nerede Bulunurlar? - Film Yorumu



Eğer Harry Potter and the Cursed Child yorumumu okuduysanız ( yorum için buraya ) benim nasıl Harry Potter dünyasını özlediğimi, nasıl bu dünyaya geri dönüş olacak her şeye özlem duyduğumu biliyorsunuzdur. Bu nedenle film benim için çok şey demek. Özellikle Harry Potter tema müziğini duyduğumda resmen tüylerim diken diken oldu. O asa çıkartmalar, Alohomora demeler beni resmen bitirdi.


Benim özlemim dışında, filmin kalitesine ve oyunculara gelirsek eğer, efektler kesinlikle mükemmel, oyuncu seçimi harika olmuş. Çok başarılıydı. Ben 3D olarak izledim ve kesinlikle 3D izleyin derim. Gerçekten harikaydı. Büyük ihtimalle gösterimden çıkmadan bir defa daha izlerim =)



Son olarak da Warner Bros filmin serisinin üçleme değil 5 filmden oluşacağını onaylamış. O zaman dans :D

Filmin fragmanını bırakıp gidiyorum :) Bir sonraki yazıda görüşmek üzere. :)




Sorunlu Bkm Kitap Kargom Geldi :(



İki yazı önce söylediğim gibi Bkm Kitap alışverişim baya sorunluydu benim için. O yazı için buraya tıklayın.

En son dediğim gibi sorunlu olan kitap için yeni bir kitap belirledim. Yetkili kişi bana seçtiğim kitabı ilgili departmana göndereceğini diğer kitaplara ekleneceğini söyledi. ( Saga Cilt 1 olacaktı.)

Cumartesi günü mesaj geldi kargonuz yola çıktı diye. İyi dedim sonunda. Sonra telefon geldi Bkm Kitap'tan. Bana diyor ki 3 kitabı gönderdik 4. kitap için hangisini istersiniz?!! Bende sinirlendim. Dedim ki siz 3 kitabı gönderdiyseniz ben 4. kitabı istemiyorum iptal edin.

Sonuç 4. kitap iptal edildi. Yani nasıl bir site henüz sipariş ile ilgili bilgiler onaylanmadan kitapları gönderir ki? Diğer 3 kitabı da iptal etmemden mi korktular acaba. İptal edilmeden biz bunları gönderelim 4. kitaba da bakarız filan mı dediler bilmiyorum.

Yani en nihayetinde hiiiççç memnun kalmadığım resmen yaptığıma pişman olduğum bir sipariş oldu. Bkm Kitap "Bir daha asla," dediği tek site oldu.

Tatlı Ateş (The Maddox Brothers #3) - Jamie McGuire || Kitap Yorumu


Orijinal Adı: Beautiful Sacrifice 
Seri Adı / Sıralaması; The Maddox Brothers #3
Yayınevi; Yabancı Yayınları
Yayın Tarihi; 2016  
Sayfa Sayısı;  368  
Goodreads Puanı; 4,08
Benim Puanım; 4

Tanıtım

Tatlı Bela ve Ayaklı Bela kitaplarının #1 New York Times Çoksatan Yazarından. Falyn Fairchild her şeyi arkasında bırakabilirdi. 

Falyn Fairchild, yıllar önce zorlandığı ve her gün pişman olduğu bir kararın ardından gösterişli hayatını geride bırakmış, doğup büyüdüğü kasabaya gelerek kendine Bucksaw Café'de basit bir hayat kurmuştu. Geride bıraktığı hiç kimseye ve hiçbir şeye özlem duymuyordu, biri hariç…

Falyn'in basit hayatı, Bucksaw Café'de bir masaya oturduğu andan itibaren belanın ta kendisi olduğunu belli eden Taylor Maddox tarafından darmadağın edilmek üzereydi. Çekici, isle kaplıyken bile muhteşem görünen ve verdiği sözleri yerine getirmeyen Taylor, Falyn'in bir yakışıklı itfaiyecide göreceğini düşündüğü tüm özelliklere sahipti. Falyn, onun gibi birinin geride bıraktıklarından olmakla hiç ilgilenmiyordu ve ilgisiz bir dişi, bir Maddox erkeği için en büyük meydan okumaydı.

Ancak Falyn, Taylor'ın nereli olduğunu öğrendiği anda her şey değişecekti. Sonunda Maddox inatçılığı, Falyn'in meşhur terk edişleriyle tanışacak ve Taylor hayatında ilk kez yanan taraf olacaktı.


Yorumum


Bir Hotshot olarak çalışan Taylor bir gün kahvaltı için Falyn'in çalıştığı Bucksaw Cafe'ye gelir. Aynı akşam Falyn'e çıkma teklifi etmek için geri gelir ancak bölgede geçici olarak çalışan itfayecilerin pek de hoş olmayan şöhretleri yüzünden Falyn, Taylor'ı reddeder. Bir Maddox erkeği için reddedilmek mücadele nedenidir. Kötü şöhretlerine rağmen Taylor'da Falyn'in istediği bir şey vardır. Taylor, Falyn için hem uzuk durması gereken kişi hem de istediği şeye ulaşması için kilit kişidir. 

Yine bir Maddox erkeği klasiği olarak ben bu kitaba da bayıldım. Tek solukta bitti gibi geldi. Karakterleri seviyorum. Klişeliğini seviyorum. Yazarın kalemini seviyorum.

Olan olayları sevdim. Her kitapta olduğu gibi bu kitapta da ayrılık var ama klasik, basit nedenlerden bir ayrılık değildi. Aşık Taylor çok tatlıydı ama vıcık vıcık değillerdi. Bana kalırsa bu seride herşey dozunda ve bu yüzden bu kadar seviyorum. 

Çerezlik, çabuk ilerleyen, kafanızı yormayacak güzel bir kitaptı yine. Tabii ki tavsiye ederim =)

Dünyamdaki Yeri




Bkm Kitap Pişmanlıktır!!! Uzak Durun Derim!








Size bir mağduriyet yazısıyla geldim. Gerçekten canım çok sıkkın ya.

Tarih 1 Eylül 2016. Youtube'da videolara bakarken neredeyse tüm booktuberların Bkm Kitap diye bir siteden bahsettiklerini, başka sitelerde bulamadıkları kitapları burada bulduklarını filan anlattıkları videolar gördüm. Girdim siteye baktım. Çizgi Romanlarda indirim varmış. Spider Man - Mavi kitabı diğer tüm sitelerde tükenmiş görünürken bu sitede satışta görünüyor. Bende dedim ki demek ki stoklarında var kitap. Hemen bir sepet oluşturdum. O kitabın yanında madem sipariş vereceğim bari aklımda olan, denk gelirsem alayım dediğim 3 çizgi roman daha vardı onları da ekleyeyim dedim. Diğer çizgi romanlar da;
Y Son Erkek 1 - Erkeksiz
Güngezgini
Ve: Öyküler

Neyse ben siparişi oluşturdum bir hafta sonra 3 kitap temin edildi. Spider Man'i bekliyorum. 2 Hafta geçti yok 3 hafta geçti yok. 1 ay sonra İlgili Departmandan Teslim Alındı diye güncellendi sipariş. Ben iki gün daha bekledim 3 ekim oldu tarih ve siteyi aradım. Bana dediler ki siparişiniz hazır, yoğunluktan dolayı aksama oluyor, bugün kargonuz yola çıkacak. Teşekkür ettim kapattım telefonu.

10 ekim oldu sitede hala bir güncelleme yok. Tekrar aradım yine birebir aynı cevabı verdiler. Ben de dedim ki; kitaplarda bir sorun yok değil mi? Hazır siparişim. Bana; Evet, evet hazır. Sadece kargoya vermekte bir gecikme olmuş. Ben acil sipariş diye not düştüm bugün en geç yarın kargoya verilecek. Çarşamba günü kesin elinizde kargonuz.

Bugün 14 Ekim Cuma. Ne gelen var ne giden. Tekrar ardım siteyi. Bana ne dediler peki? SpiderMan - Mavi kitabını temin edemedikleri için kargoyu gönderemediklerini söylediler. Yukarıda anlattığım şeyleri onlara özet geçtim. Kendi ellerinde olan bir durum olmadığını yayınevinden kitabın gelmediğini söylediler. İstersem ellerindeki temin edilen diğer 3 kitabı  hemen gönderebileceklerini söylediler.

Yani bundan sonra söyleyebilecek birşey bulamıyorum. Bir buçuk aydır kitapları beklediğime mi üzüleyim, istediğim kitabı alamamış olduğuma mı? Madem temin edemiyorsunuz bunu bir buçuk ayda mı fark ettiniz?

Benden size tavsiye ne olursa olsun bildiğiniz sitelerden vazgeçmeyin. D&R'ın İdefix'in Kitapyurdu'nun ne bileyim işte Babil.com'un filan suyu çıktı sanki de gittim bilmediğim bir siteden alışveriş yaptım.

Kesinlikle bir daha ne kadar büyük indirim olursa olsun almam bu siteden bir şey. Daha sipariş sonlanmadı bile, bana hangi kitaplar gelecek, gelip gelmeyeceği bile belli değil. Kitaplar elime gelince tekrar güncelleme yapacağım.

Ben kesinlikle Bkm Kitaptan uzak durun derim.

Dinliyorum, Okuyorum, İçiyorum #1





Yeni bir seri yazısı yazmaya karar verdim. Bu konsepti Yolun Neresindeyim blogunun sahibi Sergül ablada gördüm. Çok hoşuma gitti :) 

Dinliyorum; Don't Wanna Know - Maroon 5 dinlemek için Youtube linki
Okuyorum; Tatlı Ateş - Jamie McGuire
İçiyorum; İlk yazı için en sevdiğim içeceğim olsun dedim ve Türk Kahvesi olsun :D


Ölüm Adası - John Dixon || Kitap Yorumu



Orijinal Adı: Phoenix Island  
Seri Adı / Sıralaması: Phoenix Island #1
Yayınevi:  GO! Kitap
Yayın Tarihi: Ağustos 2016
Sayfa Sayısı: 462 
Goodreads Puanı: 3,84 
Benim Puanım: 3

Tanıtım

On altı yaşındaki boks şampiyonu Carl Freeman, güçsüzleri yumruklarıyla savunmayı alışkanlık haline getirdiği için bir türlü beladan uzak duramaz. Kimsesi olmadığı için hayatı koruyucu aileler ile ıslahevleri arasında mekik dokuyarak geçen Carl, girdiği son kavgada rakiplerinin hepsini hastanelik edince çıkarıldığı mahkeme tarafından cezasını çekmek üzere dış dünyayla bağlantısı olmayan bir adaya gönderilir.
Burası bir evi, bir ailesi ve bir geleceği olmayan çocuk suçluların son durağıdır. Ülkenin uzak bir köşesine kurulmuş olan bu kamp kimsesiz çocuklara merhamet göstermeyen sadist eğitim çavuşları tarafından yönetilmektedir. On sekiz yaşına kadar burada kalmaya mahkûm edilen Carl kurallara uyup cezasını çektikten sonra hayatında yeni bir sayfa açmayı planlar, hatta burada yeni arkadaşlar edinip Octavia adındaki gizemli bir kıza âşık olur. Ama acımasız çavuşlar, yorucu eğitimler, ağır cezalar buz dağının yalnızca görünen kısmıdır. Burası aslında gidenin bir daha geri dönmediği, çocukların avlanarak ya da idam edilerek öldürüldüğü, kesimhane denilen gizli bir devlet laboratuvarında denek olarak kullanıldığı bir ölüm kampıdır. Carl diğer çocuklar tarafından avlanmadan ya da kesimhaneye gönderilmeden önce buradan kaçıp dış dünyayı bu adanın varlığından haberdar etmek ve sevdiklerini kurtarmak zorundadır.
  

Yorumum

Psikopat, vahşi olması gereken bir kitap nasıl klişeliklerle dolu olabilir? 

Olan olaylar resmen klişe kaynıyordu. Carl'ın attığı her adımda sonrasında ne olacağını anladım. Kimler ölecek, kimler yaşayacak, oraya giderse ne olacak, bu tarafa kaçarsa karşısına kim çıkacak çok belliydi. Kitabın içinde gizem namına hiç bir şey yoktu. Tamamen tahmin edilebilir bir kitaptı. Han vahşet vardı da diyemem ki. Ben daha ağır bir vahşet bekliyordum. Evet hafif bir kitap değil orası doğru ama genel olarak pek de birşey olmadı. Ceza olarak bir ter kutsu var o kadar. Av mevsuzu biraz ağırdı bana göre ki o kısmı da yazar anlatmadı. 

Carl'ın Parker'ı düelloya çağırmasına neden olan bir olay var. Böyle bayaaaa ağır bir durum. Carl resmen hiç tepki vermedi sayılır. Bir tek diğer arkadaşını kurtarmak için Parker'ı düelloya davet etti.Bazı yerlerin çok uzatılması bazı yerlerin de öylesine geçilmesinden hoşlanmadım. 

Bu kadar eleştirdikten sonra gelelim iyi yönlerine neden 2 değil de 3 puan verdiğim kısmına.

Yazarın oluşturduğu mekanı ve kitabın konusunu sevdim.Okurken beni pek yormadı. Konu yavaş ilerlese de sayfalar çabuk ilerliyor. Akıcı bir anlatımı var yazarın. Özellikle boks kısımları birebir yansıtılmış. Yazarın da boksör olduğunu düşününce aksi olamazdı zaten diyorum. Kitaptaki karakterleri sevdim ben. Carl, Ross, Octavia hatta Acil Servisi bile. 

Mutlaka okuyun diyemem ama GO! Kitabın fiyatları baya uygun. Denk gelirseniz alın bence. Günümüz aşktan, yada sürekli okuduğunuz tarzda kitaplardan sıkıldığınızda araya sıkıştırılabilecek bir kitap

Dünyamdaki Yeri